İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Çocuğun Kurguları – 5

Bölüm 1.

Bölüm 2.

Bölüm 3.

Bölüm 4.

 


5.

Anlattıklarım belki de hiç yaşanmadı; belki de bunları tamamen ben uydurdum. Evet.

Nihayetinde insan, inanmak istediğine inanıyor. Ben ne anlatırsam anlatayım, ne yazarsam yazayım, siz inanmak istediğinize inanacaksınız. Belki de siz orada değilsiniz. Ben uzay boşluğuna sesleniyorum. Aldığım nefesi ona iade ettiğim gibi. Bu hikâyeler de uzay boşluğunda bir sonsuzluğa akıyor gidiyor.

“Bana,” dedim “bir tane sigara verirsen karşılığında seninle istediğin bir konu hakkında saatlerce sıkılmadan sohbet edebilirim.”

Daldığı yerden gözlerini kaldırdı. Bana baktı. Bir sigara verdi. Bir şey demedi. O bir şey demeyince, uydurmaya hazırlandıklarım bende kaldılar. Yanından ayrıldım. Teşekkür dahi etmeden.

Gerisini ben uydurdum. Belki de şimdi bunları da uyduruyorumdur. Uzay boşluğuna bir temiz sayfa daha.

Uzay kimsenin okumadığı, görmediği, işitmediği hikâyelerle dolu. Kim bilir, belki de uzayda dinleyenini, okuyanını arayan nice hikâyelerin gittiği bir gezegen vardır ve orada birbirleriyle sohbet ediyorlardır. Her biri başka şeyden yakınıyordur: Kimisi şişmanlığından, kimisi kısalığından, kimisi duygusal yoğunluğundan. Karakterlerinin bilinç akışından kendi bilincini kaybetmiş öyküler. Tanrısal bakışlarla doldurulmuş insani olamamış öyküler. Mekânsal boşluğunu uzayla bütünleştirmiş olanlar. Zamanını bekleyenler. Yazanının unuttukları. Unutulanların yazdıkları.

Ne güzel bir gezegen. Anlaşılamamış, keşfedilememiş olanların yarattığı uğultuyu düşünebiliyor musunuz? Gerçi, sizler bilemezsiniz. Hayatında anlaşılamadığı bir an yaşamayanlar o uğultuyu tanımazlar. Nerede yankılandığını bilmediğiniz bir yığın ses. Belki de bilirsiniz. Ben bilmem. Bilmemenin dayanılmaz hafifliği. Bilinmeyenler gezegeni.

Tek başına oynayan çocuklar gezegeni. Tek başına oynayan çocuklar. Hikâyelerini kendileri anlatırlar. Kendilerine.

Şimdi düşününce, teşekkür etseydim, belki sonraları onu gördüğümde, Selma yanında daima bir şeylere kıkırdarken, aramızda adı konulamayan bir tanışlık oluşurdu. Göz teması kurduğumuzda, o beni hatırlardı, ben ona selam verirdim, o selamımı alırdı ve Selma buna kıkırdardı.

Böyle bir şey olmadı. Selam vermedim. O bana bakmadı. Görmedi. Selma buna dahi kıkırdadı. Neyse ki, Selma da yoktu.

Size kendimden hiç bahsetmedim. Zaten, kimse de sormadı. Kimdim ben? Bunları neden anlatıyordum. Kime anlatıyordum.

Annem bana Refik derdi. Babam adımı pek sayıklamazdı. Zaten onu çok görmezdim. Görünmezliğim çocukluğumdan başlamıştı. Uykularımdan ya da kurgularımdan birinde kayboldular. Pek bir şey yapamadım Anlatıcının hünerlerinden birisidir. Karakterlerinin biri ya da birkaçı birden kaybolmak ister. Buna engel olamazsınız. Tanrı bir anlatıcıysa, pek başarı bir anlatıcı değil. Sanırım. İşine karışılmaz diyorlar. Ne kadar konuşursanız konuşun, faydası da olmuyor. Hani bazen bir kitap okursunuz. Güzel bir hikâyedir de anlatıcı onu öyle bir yere götürür ki, kızarsınız. Kime kızacağınızı bilemezsiniz. Homur homur homurdanırsınız. Öyle işte. Annemden sonra bana Refik diyen olmadı. Pek kimsem yoktur. Anlamışsınızdır.

Üniversiteye giderim ama orada okumuyorum. Öğrenebileceğim pek bir şey olduğunu düşünmüyorum. Zaten öğrenci de değilim. Orası bir mahalleyse, oranın delisiyim. Herkes beni tanıyor, zararsız olduğumu biliyorlar. O yüzden güvenlikler pek karışmaz. Can sıkıntılarını alırım. Kameralardan beni izleyip eğlenirler. Boşluğa anlatan birisi. Eğlenceli durur. Ara ara eski ormana gidip gidip dönügelen. Artık orman yok. Yaşlı adam da. Köpeği de. Belki de hiç olmadılar. Evet, olmadılar. Onları ben uydurdum. Sizlere yalan söylüyorum. Ama bunun bir önemi yok. Nasıl olsa duymuyorsunuz. Olmayan bir ormana üzülmezsiniz. Olmayan Refik’e de. Olmayan Refik.

Yürümeyi severim. Günün çoğu konuşarak ve yürüyerek geçer. Bir yere yetişme telaşım yok ama yürürüm. Hiçbir yere yürümenin verdiği rahatlık. Kimsenin işitmeyeceği şeylerden bahsetmenin verdiği rahatlık. Rahat bir hayatım var. Rahatlıklar içerisindeyim. Boşluklar. Ev boş. Eşyalar var ama yaşamıyorlar. Ruhları var. Bazen onların beni dinlediğini düşünüyorum. Geceleri hangisinden geldiğini bilmediğim sesler oluyor. Eşya bana cevaplar veriyor. Televizyon çatırdıyor mesela. Üzerinde yürümediğim halı buruşuyor. Masa ve kitaplık ve üstü boş olan herhangi bir nesne toz doğuruyor. Mucize gibi bir şey. Havanın ben yokken evin içerisinde koşturduğunu düşünürüm. Evde olsam utancından yapamayacağı şeyleri ben yokken yapıyor. Bazen bir şeyler yere düşmüş oluyor. Gece yürürken üstüne basıyorum. Kırılıyorlar. Eşyalar kırılıyor. Ağaçlara kurt giriyor. Hiçbir şey bütünlüğünü koruyamıyor. Zaman her şeyi eskitiyor. Zaman eskiyor. Gün eskiyor gece oluyor. Eskiyen şeyler çöplüğü. Dünyanın tamamının tanımı.

Çalışmayı severim. Ama kimse bana iş vermez. Nasıl geçiniyorum bilmiyorum. Babamdan biraz para yatıyor bankaya. Hiç çekmedim. Komşular meczup diyorlar. Arada evde olduğumda kapıyı çalıp yemek veriyorlar. Galiba beni seviyorlar. Yani kendilerine öyle diyorlardır. Ben başka bir şey derdim. Ama onları üzmek istemem. Kimseyi üzmek istemem. Zaten pek beceremem.

Biriktirmeyi severim. Kelimeler biriktiriyorum. Bir sözlüğüm var, anlamışsınızdır. Yeni bir dil kuruyorum. Kelimeler yaratıyorum. Birikiyorlar. Ben ölünce bu dil de ölmüş olacak. Kaderine terk edilmiş diller korosu. Melodilerini kimse hatırlamayacak.

Tabii. Bir de hikâyeler biriktiriyorum. Neye yarayacaksa. Çocuğun kurguları.

Yarattığım karakterlerin oluşturduğu bir dünya atlasım var. Sizlere anlatmak isterim. Ama çok sıkıcı. Bazen ben bile dayanamıyorum. Sizi bununla boğmak istemem. Hepinizin ayrı dertleri var. Biliyorum. Biricik hayatlarınızı tüketen sıkıntılar. Benim karakterlerimin de sıkıntıları var. Neyse ki onları düşünmek zorunda değilsiniz. Kendinize gömülmüşsünüz.

Meczup. Meczup. Bana böyle diyorlar. Yanımdan geçip gidenler oluyor. Korkanlar. Çocuklar bazen peşime takılıyor. Hikâye anlattığımda dinlemiyorlar, çok gürültücüler. Sabırsızlar. Hikâye kurmanın inceliklerini bilmiyorlar. Bir an önce büyümeliler. Ya da büyümesinler. Büyüyenler pek mutsuz.

İşte böyle. Kendimden bahsettim. Annem bana Refik derdi. Hep başkalarının, kelimelerin, renklerin, şeylerin hikâyelerini anlatmakla uğraştı Refik. Gerçi çoğunun karakterine sızmış olabilir. Nihayetinde yazarı karakterine sızar. Hepimiz bazen kendimizi Tanrı gibi hissetmez miyiz? Ölümsüzmüşüz gibi gelmez mi. Güçlü, yenilmez, bir şey olmaz.

İlk defa bir şeyin öznesi olmak istedim. Onda bile adımı en sona sakladım. Yaşamakta başarısızım. Hayat beceriksizliği yüksek lisans öğrencisi.

Annem bana Refik derdi. Benim adım Refik. Bu hikâyenin öznesi. Görünmez adamı. Yanından geçtiğinde görmeyeceğiniz. Bir şey sormak istediğinde duymayacağınız. Anlattıklarını işitmeyeceğiniz. Tanısanız sevmeyeceğiniz.

Gezegenine giden yeni bir öykünün yazarı.

-Son.-

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir