İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Aşkın zıddı nefret mi şefkat mi?

Gülsoy, “Öyle Güzel Bir Yer ki” ile okurunu, geçmişten, yaşadıklarından, hayatından ve pişmanlıklarından kurtulamayan bir karakterin yaşantısına konuk ediyor.

Yazmak, zor bir sanattır. Kurduğunuz dünyanın içerisine başka insanları davet etmek, onlara yaşatacağınız dünyayı anlatabilmek, sadece hayal gücüyle sağlanabilecek bir şey değildir. Ciddi çalışma gerektiren, emeğin yanı sıra diğer sanat dallarından da faydalanmayı gerektirebilecek, komplike bir çabanın ürünüdür. Yalnızca anlatım ve yazının diğer köşeleri metni oluşturmada, kurmada yeterli olmaz; çoğu kez okurun da metin içerisine dahil olabileceği yeni şeyler oluşturmak gerekir. Yazmak, hakikaten zor bir sanattır ve “Yazıyorum” diyen herkesin altından kalkabileceği bir uğraş değildir. Her ne kadar, günümüzde yazma eylemiyle uğraşanların sayısı neredeyse okuyucu sayısının önüne geçmiş olsa da(!), hâlâ nitelikli ve yetenekli yazarları okuyabilme imkânı, edebiyatı sevenler için bulunmaz nimet. Günümüz edebiyat dünyasının bu kirlenmiş çok sesliliği içerisinde, güzeli, iyiyi, doğruyu takip edip bulmak, okumak, özümsemek tüm olumsuzlukları bir yana bırakır, “Edebiyat iyi ki var!” demenize, soluk almanıza, umutlanmanıza yetiyor. Edebiyat, hem umudu hem de umutsuzluğu içerisinde barındırabilen bir alan. Bizi ona bağlayan, insani yanımızı yakalıyor oluşudur.

Murat Gülsoy, biraz önce bahsettiğim yazmak eyleminin yetilerine sahip nadir edebiyatçılarımızdan. Çok çalışkan, üretken. Çalışkanlığı, üretkenliği edebi türlerin dışında da devam ediyor üstelik. Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesi. Boğaziçi Üniverstesi Yayınevi’nin genel yayın yönetmeni. Ayrıca Nâzım Hikmet Kültür ve Sanat Araştırmaları Merkezi’nin müdürlüğünü yapıyor. Tüm bu işlerin dışında yazıyor. Dışında demek belki yanlış olur: Tüm bu işlerin önünde, öncesinde.

Gülsoy, yazdığı öykülerle Sait Faik Hikâye Armağanı’nı; romanlarıyla da Yunus Nadi Roman Ödülü’nü, Sedat Simavi Edebiyat Ödülü’nü ve Notre Dame de Sion Ödülü’nü kazanan bir yazar. Eserleri birçok dile çevrildi; dünyanın farklı ülkelerinde okuyucuyla buluştu. Bunun yanı sıra, Ayfer Tunç ve Yekta Kopan’la beraber edebiyat oturumları yaptı, yapıyor: Dünya ve Türk edebiyatının dolambaçlı yollarını okurlarla beraber adımlıyor. Yazmak ve okumak üzerine dersler veriyor… Çok çalışkan, üretken bir kişilik olduğunu söylemiştim. Yazıyor, çalışıyor, üretiyor… Murat Gülsoy, edebiyat için çabalıyor.

“Öyle Güzel Bir Yer ki”, Murat Gülsoy’un yeni romanı. Bu yoğun temposunun içerisinde, disiplinli bir şekilde yazdığının, ürettiğinin son kanıtı. Gülsoy, “Öyle Güzel Bir Yer ki” ile okurunu, geçmişten, yaşadıklarından, hayatından ve pişmanlıklarından kurtulamayan bir karakterin yaşantısına konuk ediyor. Mutluluğu ararken, insanın ne kadar yıkıcı olabildiğini, gel-gitler içerisindeyken aldığı kararların doğruluğunu sorgulama noktasında oldukça zayıf olabileceğini okurlarına anlatıyor. İyi ile kötünün, doğru ile yanlışın, siyah ile beyazın ne kadar birbirine yakın olduğunu gördüğümüz, ciddi, insana dair bir romanla karşı karşıyayız.

Gülsoy’un romanı beş farklı mekânda geçiyor: Bu bölümlerin her biri, anlatıcı rolündeki Kerem’in içinde bulunduğu karmaşa, sıkıntı ve bunalım durumlarından nasıl kurtulacağı, kurtulabileceğine dair. Kerem eski bir apartmanın bodrum katında bir dükkân sahibidir. Bu dükkân, babasına, kapıcılık yaptığı apartmandaki baktıkları yaşlı bir Yahudi’den kalmıştır. Babası ölünce de iş Kerem’in olmuştur. Hayata atılamamış, belki de atılmamış, bunun pişmanlığını da içinde bulunduğu yaşlarda sorgulamaya başlamıştır. Babasının kapıcı olması, Kerem’in okuduğu özel okulda, arkadaşları tarafından hor görülmesine neden olmuştur. O senelerde bunu dışavuramayan Kerem, onlarca sene sonra görüştüğü okul arkadaşlarıyla bu konular üzerine konuşur. Arkadaşlarıyla buluşmasının asıl sebebi, Hülya’dır. Hülya, Kerem’in okul zamanından platonik aşkıdır.

Şiddetli yağmur ve elektrik kesintisi nedeniyle tüm geceyi Kerem’in eskici dükkânında geçiren altı arkadaş, okul zamanlarına dönerler. Anılar paylaşılır, sohbetler ilerler… Alınan alkolün de etkisiyle, ortam birden gerilir. Kerem, lisede yaşadıklarını, arkadaşlarının onu hor görmesini dillendirir. Diğerleri özeleştiri yapar. Kerem, o gece Hülya ile başbaşa kaldıkları bir anda onu öper. Hülya da ona karşılık verir.

Sonrasında, Hülya ile Kerem güneyde bir moteldedir. Seneler sonra birbirlerini bulmuş âşıklar gibi zaman geçirirler. Lakin sıkıntı şuradadır: Hülya evli, Kerem ise ne istediğini bilmeyen, arada kalmış birisidir. Konuştukça, bilinçaltları farklı şeyler ortaya döker. Birbirlerini kırarlar, barışırlar; hiç ayrılmayacaklarını düşünürken hiç yanyana gelmemeleri gerektiğini anlarlar.

Gezi Parkı kitabın bir diğer mekânı. Bu bölümlerde kullanılan imgeler, Gülsoy’un yeteneklerini sergilediği bir resitale dönüşüyor. Parkta gösteri yapan mim sanatçısı Pierrot, etrafında toplananları etkisi altına almaktadır. İzleyiciler arasında yer alan Kerem, süregelen gösteri esnasında yaşananları bizlere anlatır. Barışcıl ve sanatsal içerikli gösteriyi, çekemeyen, bozmak isteyen insanlar olur. Pierrot, sanatın gücünü kullanarak izleyenleri birleştirir. Gösteriyi baltalayan kişiler sonunda kaçarlar. Burada Maral’ı görür. Maral, Kerem’in sevgilisidir. Hülya ile olan birlikteliği, Kerem’in Maral’dan sessizce vazgeçmesine neden olmuş ve bu belirsizlik Maral’ı çok fazla kırmış, üzmüş ve yaralamıştır. Kerem, Maral’ı dinleyince, Hülya ile yaşadıklarını düşünür. Gerçek sevginin ne olduğu üzerine karmaşaya düşer. Bu esnada kullandığı dil, yıkıcı olmuştur. Maral ondan vazgeçer.

Kitabın diğer bölümleri, hastanede ve Kerem’in yaşadığı binanın kentsel dönüşüm nedeniyle yıkılmasını anlattığı yıkım sahnelerinde geçer. Bu iki mekânda, Kerem’in yaşamındaki engelleri ortadan kaldırmak için başvurabileceği uç tercihler konu olur. Öyle ki, yaşadığı karamsarlık ve kararsızlık, kalp krizi geçirmiş olan Hülya’nın eşini öldürmeyi planlamaya kadar götürür Kerem’i. Aynı şekilde, yıkım sahnesinde apartman sakinlerinden birisini öldürmeyi planlar Kerem. Ama yapamaz. Hep bir mani çıkar. Bu esnada, ani karar vermeleri, hızlı duygu değişimleri, geçmişin bıraktığı yaralar Kerem’in yakasını bırakmaz. Geçmişten kurtulamayan Kerem, bir başına kalmaya mecbur hisseder kendini.

Gülsoy, “Öyle Güzel Bir Yer ki” ile okuyusunu karmaşaya, kararsızlığa, pişmanlığa davet ediyor. İçinden çıkılamayan geçmişe, bir türlü yoluna girmeyen hayatlara, umutsuzluğa, simsiyah rüyalara bir davet.

Not: Bu yazı daha önce Vatan Kitap ekinde yayımlanmıştır.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir