İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Ölmek için güzel bir gün

“…mutluluk diyebileceğimiz ne varsa, bir sevincin

hüzne dönüşmesi arasında değil midir zaten?” s. 67

Yakın dönem, Türk öykücülüğü için pek çok eserin raflarda yerini aldığı bir süreç oluyor. Artık takip etmekte zorlandığımız bir yoğunlukta ve bollukta yeni kitaplar çıkıyor, öykücüler bir bir eserlerini yayımlamaya başlıyor. Bu yoğunluk, kalabalık ve hatta gürültü içerisinde duymakta zorlandığımız öykücüler; iyi metinleri, özü, sadeliği aradıkça yalpaladığımız oluyor. Bu durumun kendi içerisinde hem olumlu, hem de olumsuz yanları olduğu konuşulabilir. Ve hatta bu konu, yani yakın dönem öykücülüğümüz başlı başına bir yazının konusu olabilir. Yazmanın kolaylaşması, öykü türündeki eserlerin çoğalması, niteliği ne denli etkiliyor? Birçok yeni yazarın yeni eserler üretmesi okur için handikap mıdır? Okur iyi metin ile diğerlerini nasıl ayırt edecektir? Bahsi geçen “iyi metinleri” iyi yapan noktaları kim, nasıl belirleyecektir?

Ben bunlardan bahsetmek istemiyorum. Yakındığım husus, bunca yoğun bir çokseslilik içerisinde, gözden kaçırma, atlama, yok sayma ihtimallerimiz. Yazmayı seven bir okur olarak, içten içe bir korku yaşamaktayım. Milyar yıllık dünya tarihi içerisinde okyanusta kum tanesi olamayacak hayatlarımız dahilinde, okuyacak ne çok şey varken, bunca kısa hayatımızda iyi kitapları okuyamadan, onlara zaman ayıramadan ölüp gitmekten korkuyorum… Bu bana çok insani bir dertmiş gibi görünürken, kimisine göre afaki gelebilir. Lakin hayattaki en büyük zevklerinden biri, iyi bir metin ve öykü okumak olan şahsım için bu nokta olabildiğince ehemmiyetli konu.

Yazıyı daha fazla kişisel buhranlarım, düşüncelerim ve korkularıma boğmadan, sizlere naif ve hikâye anlatıcılığının saf bir köşesine yerleştiğini düşündüğüm bir kitaptan bahsetmek istiyorum. İçinde bulunduğumuz yılın Ocak ayında çıkan Semra Aktunç’un Ölmek İçin Güzel Bir Gün isimli öykü kitabı, içerisinde barındırdığı yirmi üç anlatıyla bu samimi yakıştırmamı hak ediyor.

Aktunç, öykülerinde sıradan ve göz önünde duran birçok şeye dokunuyor. Bunlardan bazıları unutulmayan eski dostlar ve aşklar, eski İstanbul, Boğaziçi, Adalar, Anadolu’nun unutulmuş tozlu ve uzak yolları, insanı sarsan şarkıların içerisinde cımbızla çekilmiş dizeler… Öykülerin bir kısmında görmüş geçirmişliğin, yaşanmışlığın, unutamayışların, vazgeçemeyişlerin, yok sayamayışların, terk edemeyişlerin akılda kalan yanlarını dinlerken, kısacık metinlere yüklenen yoğun duyguların ve samimiyetin satırlara işleyişini görüyorsunuz. Eski İstanbul’u dinlerken, ne kadar şanssız bir zamanda yaşadığınıza yeniden ve en başından üzülüyorsunuz. Boğaziçi’ni, Heybeliada’yı, buraların sakinlerini, gündelik hayatın nasıl değiştiğini, insanların nasıl farklılaştığını ince detaylar, sade örnekler ve hakikatli tespitlerle, naif bir anlatı, kurgu mu gerçek mi olduğunu ayırt edemediğiniz keskin bir hikâye ya da anlatının etrafında dinliyorsunuz. Aktunç, yetkin anlatıcılığını gerek taksici bir erkeğin, gerek yaşlı ve hüzünlü bir kedinin, gerek her şeyi unutmaya başlayan bir kadının ağzından bizlere sunuyor. Çok kısa, birkaç sayfayı aşmayan öyküler içerisinde, duygu geçişlerini bizlere bonkörce yaşatıyor.

Mektubumla Tünel’den… isimli öyküyle Tomris Uyar’a içini dökerken şehrin yabancılaşmasına, değişimine ve insanların nasıl başkalaştığına bizleri şahit ediyor Semra Aktunç. “Şimdiki gençler hep espri yapıyor Tomris, olur olmaz her yerde, her şeyin dalga geçilecek bir yanını buluyorlar.” derken yaptığı tespite katılmadan geçemiyorsunuz. Ölmek İçin Güzel Bir Gün isimli öyküyle de yine eski İstanbul’un kaybolan sokaklarından geçip Salâh Birsel’i anıyoruz. Geçmişe duyulan özlemin, biz gençlerdense gerçek İstanbul’u yaşamış, görmüş, özümsemiş kişilerin hakkı olduğunu söylemeden geçemeyeceğim. Bizim duygularımızın biraz şımarıklık olduğunu düşünmeden edemedim. Yaşamakla

dinlemek, görmekle seyretmek bir değil. Biz ne yaşadık ne de gördük. Lakin eski İstanbul’u özlemeden edemiyoruz. Bu konuda bile heyecanlı, başkalarından rol çalan bir havamız var. Yeni kuşak, eskiye dönse eskiyle de dalga geçer gibi geliyor… Neyse, daha fazla kişiselleştirmeden kitaba geri döneyim.

Birkaç öykü var ki kitapta, içinizi burkuyor; yakıp geçiyor. 1975 yılında yapılan nüfus sayımında geçen bir olay yerle bir ediyor sizi. Emanetçi Stella’nın bavulunu bırakmaya gelen İrfan’la yaşadığı aşk… Sonra 1939’dan günümüze gelen bir kesmeşeker hikâyesi. Sizlere uzun uzun anlatmak istediğim öyküler bunlar. Aslında kısacıklar, lakin üzerine uzun uzun konuşmak isteği yaratıyorlar. Verdiği duygu, gerçeklik olgusunun sağlam bir şekilde okura intikal etmesini sağlıyor. Bu gece İbrahim için oturup üzüldüm, annesi Mehlika Sultan için uykumu böldüm desem, abartmış olma…

İşte, Ölmek İçin Güzel Bir Gün, bunca hengamenin, bağırış çağırışın ve hatta kavganın dövüşün içerisinde sessiz ve sakince okurunu bekliyor. Semra Öztunç, bizlere naif ve yetkin öyküler döküyor. Arı bir dil ve sadece öykü isteyenler için kıymetli bir kitap.

Künye: Ölmek İçin Güzel Bir Gün, Semra Öztünç, Yapı Kredi Yayınları

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir