“Yalnızlık: Suyu sevmeyen balığın durumu.” s. 121
Nilgün Marmara, Kan Atlası şiirine şöyle başlıyor: “Ben babamın yuvarladığı çığın altında kaldım.”
Edebiyatta “baba” olgusunu işleyen çok fazla yazar var. Ailenin de bir şekilde metinlere sızdığını görmek zor değil. Bu konu, üzerine makaleler, tezler yazılabilecek bir konu aslında. Dünya edebiyatında da, Türk edebiyatında da bu durum oldukça bol işlendi çünkü. “Baba”, Franz Kafka’ya hayatı zehir etti, hayattan keyif aldırmadı. Keza, Oğuz Atay da “baba” konusunu işledi, ona mektup yazdı. Cemal Süreya da yazdı. Girişte alıntıladığım gibi Nilgün Marmara da… İsimleri çoğaltmak mümkün.
Rol model olarak alınamayan ya da alınan, çocuğun ruhuna baskın bir şekilde etkide bulunan bir “baba”nın bireyin yetişmesi noktasında çok etkin bir konumda olduğu biliniyor. Toplumda “baba” önemli bir husustur çünkü ve aile içerisinde arıza, sıkıntı, üzüntü, kırıntı, döküntü orada başlıyorsa çocuk için hayatın değişik zamanlarında ve aşamalarında problemler kaçınılmaz olur.
Akın Çokuğurluel’in romanı “Kırık Şeyler Ansiklopedisi” kitabın ana iki karakterinden birisi olan Hasan’ın annesini kaybetmesini anlatmasıyla başlıyor. İki başat karakterin ağzından, birinci tekil şahıs diliyle dinlediğimiz iki hikâye, bizlere bir baba-oğul ilişkisini aktarmakta.
Hasan, liseden sonra okula devam etmemiş ve babasız büyümenin verdiği ruh haliyle “tamamlanamamış” bir birey. Babası ise üniversiteye devam ederken yaşadıkları nedeniyle okulunu donduran ve girdiği “devrimci” hareket, rol nedeniyle birçok hadiseye karışmış bir kişi. Baba, arkadaşıyla beraber kalkıştıkları bir silahlı eylem sırasında ölümüne neden olduğu adamın kızıyla evlenir. Baba, eylem esnasında kızı korumak için merminin önüne geçmiştir. Kız, bu durum sonucunda tüm tedavi sürecinde yayında olur. Babasının ölümüne neden olduğunu bilmiyordur ve bunu hiçbir zaman öğrenmez. İkisi birbirini sever, baba üniversiteyi bitirir ve müfettiş olur. Bu müfettişlik sırasında kitaplara olan tutkusu yüzünden evinden ve ailesinden sürekli uzaklaşmak durumunda kalır, sürülür, sürülür, baskıya maruz kalır, kavgalara girer, dövülür ama eşini çok sever, çocuğunu çok sever. Eşinin babasının ölümüne sebebiyet vermiş olmasının yüklediği suçluluk psikolojisiyle “eve dönmek”ten bir nevi kaçar, bunu da kitaplar üzerinden sağlar.
Bir başına zoraki babasız bir çocuk yetiştiren anne, Hasan’a güzel bir çocukluk geçirtse de, Hasan babasız büyümenin altında ezilir. Baba, emekli olup eve döndükten sonra da aralarındaki ilişki düzelmez. Bir müddet sonra anne hastalanır, tedavi olmayı bir şekilde reddeder ve ölür. Buradan sonra baba ile oğlun arasında sessiz bir ilişki başlar. Hiçbir zaman çözülemeyen, devam edemeyen, durmayan, sessiz anlaşmaların olduğu problemli bir ilişki. Hasan, her akşam evde bir şeyleri bozar. Sebebi ise kendisinin ve ruhunun bozukluğunu eşyalara yansıtmasıdır. Baba eşyaları tamir ettikçe, onun ruhunu da tamir ediyormuş gibi olur. Hasan, böyle hisseder.
Bu noktadan sonra hem babanın hem de babanın ruhsal ve kişisel olarak sıkıntılar yaşadığını görüyoruz. Yaşadıkları şeyler, hissettikleri pişmanlıklar, yaşanamayan ve tamamlanamayan duygular her iki karakterde de dışavurumsal sonuçlar doğurur. İki karakterin de benzer ruh hallerinde olması okurken ayrı hikâyelerde benzer karakterleri takip ettiğiniz hissini doğuruyor. Perde perde devam
eden anlatılar, size farklı yaşamlarda benzer kaderlerin yaşanabildiğini, “babasız” kalmanın ağırlığını ve ruhsal çöküntüsünü okutuyor.
Çokuğurluel, Hasan’ın hikâyelerini bize dökerken aynı zamanda bir sözlük, ansiklopedi sunmakta. Hasan anlatırken eş zamanlı olarak farklı nesne, hayvan, durumların resimli bir sözlüğü sayfalarda yerini alıyor. Çizimleri Akın Çokuğurluel’e ait olan bu işler, ayrı hikâyeler niteliğini taşıyan ama tamamıyla anlatıyı besleyen ve büyüten, duyusal olarak tamamlayıcı role sahip noktalar.
Yakın geçmişimizin yaşattığı acıları farklı farklı karakterler, olaylar, düşünceler ve farklı konumlardan bizlere başarıyla sunma becerisini gösteren kitap, duygu yükünü okura taşıyabilen başarılı bir roman. Akın Çokuğurluel, ikinci romanı olan “Kırık Şeyler Ansiklopedisi” ile okurunu hüzünlü ve gerçek bir hikâyeye çıkarıyor. Yaşananların gerçek olup olmadığını bilmiyorum ama okurken yaşattığı gerçeklik algısıyla takdiri hak ediyor.
Kitabın sonunda yer alan kronolojik bölüm kısa bir dönemde dünyada ve Türkiye’de ne çok acı şeyin yaşandığını hatırlatması açısından kıymetli bir düşünce. Ayrıca kitabı bütünleyici bir şekilde anlatıya bağlanmış.
“Kırık Şeyler Ansiklopedisi” iyi bir kitap. Okurunu ve anlayanını bulmasını istediğim başarılı bir iş.
İlk yorum yapan siz olun