Merhaba, ben Caner Almaz. Yazı Hariç podcast serisinin dokuzuncu bölümünün dökümünü okumaktasınız.
Bölümü dinlemek için:
Dokuzuncu bölümdeki konumuz, bir karakter yaratmak ve uzun süren sancıları. Daha önce, üçüncü bölümde kendimizi yazmaya nasıl hazırlayacağımızdan, bu hazırlık içerisinde yapabileceğimiz çalışmalardan bahsetmiştim. Bu bölümde de, hikâyenin temel taşlarından olan ve metnin taşıyıcısı, anlatıcısı, kahramanı olan karakterlerin yaratım süreçlerine dair kendi deneyimlerimi aktarmaya çalışacağım.
Karakter yaratma süreçlerine dair podcastin önceki bölümlerinde pek çok şey söylediğimi hatırlıyorum. Bölümler özelinde konuyu daha iyi aktarabilmek için karakter yaratım süreçlerine değindim ama bir karakterin oluşum süreci için başlı başına bir bölüm ayrılması gerektiğini düşünüyorum. Bu sebeple dinlemekte olduğunuz bölümü bir karakter yaratmanın zorluklarına ayırmak istedim.
Başlarken sizlerden bir şey rica edeyim: Okuduğunuz kitaplarda unutmadığınız, etkilendiğiniz karakterleri benimle paylaşmanızı isterim. [email protected] mail adresine ya da podcastin sosyal medya hesaplarına mesajlarınızı iletebilirsiniz.
Sizden bunu istemişken, ben de sizlerle beni etkileyen ve unutamadığım roman kahramanlarından birkaç tanesinden bahsedeyim.
Yakın geçmişte okuduğum bir kitaptan ve onun kahramanından bahsederek başlayayım: Pascal Mörsie’nin Sözlerin Ağırlığı isimli romanının baş karakteri Simon Leyland. Kitabı geçtiğimiz yıl okumuştum ve çok beğenmiştim. Edebiyatla, kitapla, kelimelerle ilgisi olan herkesin muhakkak okuması gerektiğini düşündüğüm bir romandı. Başımıza gelen olayların bizi nasıl değiştirdiğini, dönüştürdüğünü, bu dönüşümü o an fark etmesek bile, seneler içerisinde dönüp kendimize baktığımızda değişimi görebildiğimizi çok iyi anlatan bir karakterdi Leyland. Sözlerin Ağırlığı, gerçekten çok etkilendiğim bir romandı, okumanızı öneririm.
Coetze’nin yakın zamanda sinemaya da uyarlanan romanı Barbarları Beklerken’in kahramanı olan Yargıç. Emekliliğini beklediği son görev yerinde yaşananlara sessiz kalamayarak esareti göze alan bir ideal insan tiplemesinin, günümüz toplum eleştirisi alt metniyle anlatıldığı çok kıymetli bir roman Barbarları Beklerken.
Okuduğumda beni çok etkileyen bir romandı Unutmanın Genel Teorisi. Bir apartman dairesinde 40 yıl mahsur kalan bir kadın Ludo, kitabımızın baş kahramanı. Onun hayatta kalma hikâyesi başlı başına etkili, kitabın hikâyesi ise ayrıca etkili. Dehşete düşüren ve gerçek hayattan bir karakterin hikâyesine dayanan bir roman. Unutmanın Genel Teorisi’ni de okumanızı öneririm.
Bir başka büyük eserin çok önemli karakteri ise Ferdinand Bardamu. Gecenin Sonuna Yolculuk’un sıradışı karakteri. Bu romanı, bu karakteri, uzun uzun anlatmak isterim, belki ilerde bunu yaparım ama şimdilik sadece okuyanların beni anlayabileceği, okumayanların ise okuduktan sonra geç okuduğu için erken okuyanları kıskanacağı bir roman olduğunu söylemem yeterli olur sanırım.
Bunlar benim yakın zaman önce okuduklarımı biraz düşününce aklıma gelen ve beni etkilemiş roman kahramanları. Bizi etkileyen roman karakterlerinin sayısının çok fazla olduğunu söylemek zor değil. Hepimizin aklına gelen isimler var örneğin: Dostoyevski’nin Raskolnikov’u, Tolstoy’un Anna Karanina’sı, Victor Hugo’nun Jean Valjean’i, Camus’nün Mearsault’sü, hatta Herman Merville’in Moby Dick’i… Evet kendisi bir balina ama bir romanın unutulmaz, muhteşem ve başat ana kahramanı.
Türk edebiyatında da çok fazla karakter sayabiliriz hemen bir çırpıda: Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Hayri İrdal’ı, Yusuf Atılgan’ın Bay C.’si Zebercet’i, Oğuz Atay’ın Selim Işık’ı Hikmet Benol’u, Orhan Pamuk’un Celal Salik’i Galip’i… gibi.
İyi tasarlanmış ve yaratılmış karakterler çoğunlukla kitabın hikâyesinin de önüne geçerler ve bizler bir kitaptan bahsederken ya da kitabı anımsarken, çoğunlukla ilk önce o kitabın karakterinin tercihlerini, yaptıklarını, söylediklerini anımsarız. Bir okur, bahsettiği kitabı sevdim dediğinde, aslında kitabın karakterlerini de en az hikâyesini sevdiği kadar sevmiştir. Bir başka deyişle karakterler bizi hikâyeye bağlarlar ve o hikâyeyi sevmemizi ya da sevmememizi sağlarlar. Bu sebepledir ki, inceden inceye düşünülmüş harika bir hikâye, iyi kurulmuş kusursuz bir olay örgüsü kadar anlatılan hikâyenin karakterleri de önemli bir rol üstlenir.
Başlangıçta çok temel bir yoldan ilerleyelim. Bir roman ya da öykünün veya bunu yazılı metinlerle sınırlamayalım; şöyle diyelim: Bir dizinin, bir filmin, bir romanın onun izleyicisine ya da okuruna vaat ettiği en temel şey hikâyedir. Hikâyesiz bir film, dizi, roman düşünemeyiz. Biz bir okur olarak ya da izleyici olarak, bir kitabı elimize aldığımızda, bir filmi, diziyi izlemeye başladığımızda bir hikâyeyle karşılaşacağımızı bileriz.
Bir roman yazacaksanız, elinizde bir hikâyenin olması temel dayanaktır. Biliyorum, çok temel ilerliyorum ama bunun üzerinden karakter yaratımına girmek daha doğru olur diye düşünüyorum. Yani anlatacak bir hikâyeniz yoksa bir roman, bir öykü, bir senaryo yazamazsınız. Bu mümkün değildir.
Tolstoy’un şu çok meşhur cümlelerini hatırlatayım sizlere: “Bütün muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar. Ya bir adam bir yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir.”
Tolstoy’un bu cümlelerini temel manaları haricinde düşünmek gerekir. Ki bu cümlelerde ifade edilen yolculuk ve yabancı deyimleri sembolik ifadelerdir. Yolculuktan kastı gerçek manasında bir yolculuk olabileceği gibi, tercihler üzerinden karakterin hayatını değiştirebilecek bir yolculuk da olabilir. Bunun farklı formlarını düşünmek de mümkün. Yine bir yabancının şehre gelişi gerçek manada olduğu gibi, alışılmış ve sabit durumu, yaşamı değiştiren, sarsan, bozan dış etkiyi temsil eder.
Şimdi, Tolstoy’un bu cümleleri üzerinden okuduğunuz romanları ya da izlediğiniz dizi ve filmleri düşündüğünüzde, onları sevmenize vesile olan olayın, hikâyenin temelinde bu iki durumun yer aldığını göreceksiniz.
Bu noktada kendi yaratmış olduğum karakterler, Yaşamaklar’ın karakterleri üzerinden ilerlemek istiyorum. Yaşamaklar’ın dört karakteri Kenan, Füsun, Halil ve Birgül’ün hayatları birer olayla değişir. Kenan ve Füsun birbirlerine âşık olur. Halil’i anne karnında terk ettiği ve hiç tanımadığı oğlu ziyarete gelir. Birgül’ü oğlu hariç, hayatındaki herkes terk eder. Bu dört karakterimin hayatları, bu olaylar neticesinde döndürülemeyecek bir şekilde değişir.
Kenan karakteri, diğer bölümlerde de bahsettiğim gibi, benim daha önceden hayatını oluşturmaya, kişiliğini, duygularını, eksikliklerini kurmaya başladığım bir karakterdi. Bir roman yazma fikriyle hikâyeyi oluşturup bilgisayar başına geçtiğimde, ihtiyacım olan karakterleri yaratmam gerekti ve bunun düşündüğümden daha zor bir iş olduğunu yaşayarak öğrendim. Her ne kadar hikâye sizi bir noktada yönlendiriyor olsa ve karakterleri düşünüp hikâye doğrultusunda onları biçimlendirmeye çalışsanız da, çoğunlukla takıldığınız, tıkandığınız ve yazamadığınız noktalar, karakterlerinizin karakterlerini oluştururken düşündüklerinizin yoruculuğundan doğuyor.
Bunu şöyle anlatayım: Füsun karakteri, hikâye gereği annesini ve babasını tanımayan, yetimhanede yetişmiş bir karakter. Mevcut yaşamının zorluğunun, kendi karakterine yüklediği şeyler üzerine çok fazla düşünmem gerekti. Korkak, çekingen, içe kapanık bir karakterken, bir yandan da ayakta durmaya çalışan, yaşamak, başının çaresine bakmak zorunda hisseden güçlü bir kadın Füsun. Kendi imkânlarıyla okuyor, çalışıyor, hayatını idame ettiriyor ve kimseye ihtiyacının olmadığını düşünüyor. Yaşadığı zor çocukluk yılları doğal olarak onda diğer insanlara karşı kırılması zor bir güvensizlik kabuğu oluşturmalıydı. Zor güvenen, kendini kolay açamayan, çok konuşmayan ama bir yandan da sevilmeyi isteyen, çok isteyen, anlaşılmak, görülmek isteyen fakat bunu kendine itiraf edemeyen bir karakter. İşte bu nokta, bizi hikâyenin kırılma noktasına götürüyor.
Kitabı yazarken en çok Füsun karakterinde zorlandım. Biraz önce saydığım kişilik özellikleri sebebiyle zor bir karakterdi. Uzunca yazma araları vermem gerekti. Aynı şekilde, bozkırda yaşayan Halil’i ve hastanede yatan Birgül’ü yazarken de ayrı ayrı zorlandım. İkisinin yaşamlarına girmek, Kenan ve Füsun’a nazaran yaşça daha büyük bu karakterlerin dünyasını buna göre kurmam gerekti.
Her bir karakterin kendi duygu dünyası olduğu için hepsinin farklı bir dili, anlama, anlatma ve ifade tarzı olması gerekli. Zorlandığım noktalardan birisi de buydu. Ayrı karakterlerin ayrı ayrı seslerini oluşturmanız gerekir. Kitaba dair gelen eleştirilerden bazıları, Kenan karakterinin sesinin diğer karakterlere karıştığı yönündeydi. Bunu Kenan karakterinin kitabın en uzun bölümünü oluşturduğu için bıraktığı okuma deneyiminin daha ağır olmasına bağlıyorum. Belki de sesler birbirine karışmıştır. Şu an bunu göremiyorum yani objektif olamıyorum. Belki ileride bir özeleştiri yapabilirim.
Yeni romanımda bunun üzerine çalışıyorum. Her birinin dünyasını en ince ayrıntısına kadar düşünüyorum. Çünkü hikâyenin okura vermek istediği duyguyu anlatacak olan karakterlerinizi iyi oluşturmazsanız, okurun bu olmamışlık ve yapaylık duygusunu hissedeceğini biliyorum. Nihayetinde ben de bir okurum ve bu duyguyla karşılaşmayı hiçbir okur sevmez.
Geçenlerde gerçekleştirilen Türkiye Yayıncılık Konferansına katılan Alejandro Zambra kısa bir konuşma yaptı ve konuşmasının bir bölümünde şunları söyledi:
“Başlangıçta yazılan her metin kötü yazılmıştır. Biz sonrasında, yazarı olarak onu iyi metin haline getirmek için uğraşırız. Bunu yapmamız bazen yıllar bile sürebilir.”
Yapmış olduğu konuşmanın linkini sizlerle paylaşmak isterdim fakat bulamadım, Yayıncılar Birliği videonun bu kısmını kayıttan çıkarmış, sebebini bilmiyorum. Daha sonra ulaşırsam sizelerle paylaşırım.
Ben Yaşamaklar’ın yazımını bitirdiğimde, bitikten sonra çok fazla değişiklik yapacağımı biliyordum. Ki öyle de oldu. Metinde çokça düzeltmeler ve eksiltmeler yapıldı.
Şimdi yazmaya çalıştığım devam romanında da benzer bir süreçten geçiyorum. Yaşamaklar’da olan karakterlerin bir kısmı devam romanında da yer alıyorlar. Fakat bu karakterlerin gençlik yıllarını anlatacağım için, hem kendi karakterleri hem de anlattığım dönem gereği yaşamlarında farklılık gösteren çokça yer olacak ve oluyor. İlk romanda yaşadığım sıkıntıların tamamını ve fazlasını yeni romanımı kurarken de yaşıyorum.
Bir hikâyenin karakterinin duygularını, hikâyenin akışıyla beraber yaşadığı yer ve zaman da belirler. Örnek vermek gerekirse, günümüzde hayatımız çok fazla teknolojiyle iç içeyken, 70’lerde geçen bir romanın karakterlerinin teknolojiyle olan ilişkileri, daha sınırlı olmak zorunda. Çok temel olarak hayatımızın vazgeçilmezi konumundaki cep telefonlarımız o zamanlar yok. Cep telefonunu geçtim, herkesin evinde televizyon dahi bulunmuyor. Düşündüğümüzde iletişim, haberleşme, haber alma konuları yaşamlarımızı şekillendiren noktalar. Ayrıca dönemin siyasi hareketleri de karakterlerin yaşama tercihlerini belirleyen, önceliklerini şekillendiren başka konular.
Birkaç yıl önce bölümün başlığına dair bir yazı yazmıştım. Bu bölümün kaynak noktası olarak da onu kullandığımı söyleyebilirim. Bir karakter yaratmak, dışarıdan bakıldığında çok kolaymış izlenimi bıraksa da, aslında iyiden iyiye düşünülmesi gereken, hesaplı hareket edilmesi zorunlu olan, adeta çok bilinmeyenli bir matematik denklemini çözmeye benzeyen bir iş. İyi düşünmek, karakterinizi hikâyenin gerektirdiği gibi hareket ettirirken gerçeklik algısına aykırı gelecek, yapay görünmesine sebep olacak detaylardan ve anlatımlardan kaçınmak gerekiyor. Hem stresli, hem yorucu, stresli ve yorucu olduğu kadar da keyifli ve bağımlılık yaratan bir durum. Çünkü karakterlerinizi yazarken, bir yandan da gerçek hayatta başınıza gelen olaylar karşısında karakterlerinizin nasıl tepki verebileceklerini düşünüyorsunuz. Bir nevi onlarla yaşamaya başlıyorsunuz ve uzunca süre boyunca onlarmış gibi düşünmeye çalışıyorsunuz.
Nihayetinde, uydurduğunuz bir dünyada ve hikâyede kendi uydurduğunuz karakterleriniz, sizin gerçek evreninizde var oluyorlar. Sizden çıktıktan sonra, kitap basıldıktan sonra da dünyaya karışıyorlar ve bu uzun ve sancılı yaratım süreci bir sonraki doğuma kadar sona ermiş oluyor.
Bu bölümü de burada noktalayalım. Söyleyecek çok fazla şey var bu konuya dair. Adını anmadığım, şu an aklıma gelmeyen, beni etkileyen çok fazla roman karakteri de var. Belki ileride başka bir bölümde bu konuya dönüş yapar ve onlardan da bahsederim.
Sizler de bölüme dair düşüncelerinizi [email protected] mail adresine ya da podcastin sosyal medya hesaplarına mesaj yoluyla iletebilirsiniz. Bölümü paylaşır ve arkadaşlarınızın, sevdiğiniz insanların da haberdar olmalarını sağlarsanız mutlu olurum.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle. Hoşça kalın.
İlk yorum yapan siz olun