Merhaba, ben Caner Almaz. Yazı Hariç podcast serisinin 20. Bölüm dökümünü okumaktasınız.
Dinlemek için:
Uzun bir ara oldu. En son Kasım ayının başında sevgili Müge Koçak’ı konuk etmiştim. Yani bu ne demek oluyor, yaklaşık 2 aydır, hatta 2 aydan fazla bi süredir kayıt yapmamışım ve paylaşmamışım. Şimdi kaydı yaparken fark ediyorum ki özlemişim. Umarım sizler de yayınlarımı özlemişsinizdir.
Bu bölümde sizlere nelerden bahsedeceğim, onlara gelelim. 19 bölüm boyunca sizlere yazma çabam süresince yaşadıklarımı, kendimce önemli gördüğüm noktaları, yazma uğraşı içerisindekilerin dikkat etmesi gereken yerleri dilim döndüğünce ifade etmeye çalıştım. Bu bölümde istiyorum ki kendi adıma geçtiğimiz yıl neler yaptım, bir yıl dökümü yapayım. Belki sizler de bu bölüm vesilesiyle kendi dökümlerinizi yaparsınız. Gerçi bu bölüm yayınlandığında insanlar yeni yıla girmiş olduklarını unutmuş olacaklar muhtemelen, bilmiyorum. 2023’ü şimdiden eskitmişiz gibi hissediyorum, bilmiyorum sizler de böyle düşünüyor musunuz. Halbuki yılbaşındaki eğlenceler, coşkular, kutlamalar, oynanan tombalar falan henüz şurada dibimizde duruyor. Çok çabuk unutuyoruz galiba coşkularımızı, coşkumuzu çok çabuk kaybediyoruz galiba. Memleket bizi buna zorluyor sanki. Neyse, biz konumuza dönelim.
Bölüme başlarken aslında yeni olmayan ama podcasti takip edenler için yeni bir haberi sizlere duyurmuş olayım: Podcaste başlarken ki amacım yazmaya başladığım romanı bitirdiğimde ilk sezonu da bitirmekti, böyle düşünmüştüm. Yani ben romanımı yazmaya başlamıştım, Yazı Hariç’e başladım, yazmayı bitirdiğimde de podcastin ilk sezonunu sonlandırmayı düşünüyordum. İkinci romanımın yazımını 27 Ekim itibariyle tamamlamış bulunuyorum. Kendi adıma mutluyum, biraz sonra kısaca bahsedeceğim gibi verimli bir üretim dönemi geçirdiğimi düşünüyorum. Adını Duvarlar koydum dosyamın. Eğer bir aksilik olmazsa ikinci romanımın, üç kuşak serisinin ikinci romanının adı Duvarlar olacak. Umarım yayına hazırlık ve yayınlandıktan sonra da her şeyiyle herkesin, benim de, yayıncımın da ve nihai karar vericiler olan okurların da içine sinecek bir iş ortaya çıkmış olur.
Gelelim yıl dökümüne. Yazı Hariç, içeriği mahiyetinde çok kişisel bir işti. Kendime ve yaptıklarıma dair kafanızı şişirdim bölümler boyunca. Sizleri çok sıkmamaya çalışarak, detaylara girmeden geçtiğimiz yılın kendi adıma bir özetini dökmek istiyorum.
Geçen yılın Ocak ayında, ağır iş yükü ve stres nedeniyle tam zamanlı çalıştığım işimden istifa ettim. Ay başında istifamı verdim ve ocak ayını, çalıştığım kurumdaki insanları neden işten ayrılmak istediğime iknayla geçirdim. Sağ olsunlar, işte kalmam konusundaki yoğun ısrarlarıyla sevildiğimi çokça hissettirdiler bana bu süreçte. Ama ben bazı kararlar alma gereksinimi hissetmiştim. Sağlığım bozuluyordu ve yapmak istediğim hiçbir şeyi yapamamaya başlamıştım. Mutsuz bir insana dönüşmüştüm. Çözüm olarak da kendime ve yapmak istediklerime zaman ayırmayı seçtim. Bu kararım, yani işten ayrılma kararım ömrümce almış olduğum en kritik ve beni mutlu eden kararlardan birisiydi. Ve bu kararı alabilmiş olduğum için gerçekten huzurluyum. Bu süreçte her daim yanımda olan eşim Merve’ye ne kadar teşekkür etsem azdır.
Şubat ayında artık işsiz birisi olarak yazamadığım romanın çalışmalarına başladım. Bu sürecin tetikleyicisi, pandemi süreci de dahil olmak üzere son 2 seneyi sürekli insanlar içinde olmama rağmen covide yakalanmayıp, işten ayrıldığım haftasına yakalanmam oldu. 1 hafta izolasyonda kaldım. Evden çıkamayınca ve işim de olmayınca hadi dedim Caner, bu bir işaret. Araştırmalarıma başladım ve yazmaya hazırlandım.
Bu esnada, Mart ayında ben bu hazırlık sürecindeyken, araştırmalarımı, okumalarımı, izlemelerimi yaparken podcast fikri doğdu. Mart ayında Türkiye Gazeteciler Sendikası ve Podfresh’in ortaklaşa düzenlediği atölyeye katıldım. Yaklaşık 2 aylık bir eğitim sürecinin ardından da Mayıs ayında dinlemekte olduğunuz kayıtların ilkini yayınladım. Şimdi dönüp bakınca, yani ilk kayıtlarımı dinleyince ne kadar heyecan dolu ve acemice kayıtlar yaptığımı görüyorum – ki bence hala acemiyim. Ses tonumdan sesin kalitesine, konunun bağlamından heyecanla her şeyi birden anlatma çabama dinledikçe hala gülüyorum. Bu vesileyle bu eğitimlerde tanıdığım güzel insanları selamlamış olayım. TGS akademi ailesine ve Podfresh ekibine teşekkürlerimi tekrarlayayım. Emekleri çoktur.
Nisan ayının 12’sinde yeni romanımı yazmaya başlamışım, notlarımda bu şekilde yer alıyor. Demek ki nisanın başında ilk cümlemi bulmuşum. O ilk cümleyi bulduğum anı da hatırlıyorum. Podcast atölyesinden çıkmış Mecidiyeköy cehennemine doğru yürürken mezarlığın yanından geçiyordum. Metrobüs durağının karşısındaki Rum Ortodoks mezarlığı bahsettiğim mezarlık. İşte oradan geçerken ev meselesi aklımı kurcalamaya başladı. Aitlik, ait olma ve olamama kavramları üzerinden bir şeyler yazmaya niyetlendiğim için, bu bağlam üzerinden bir açılış yapmam gerektiğini düşündüm. Nihayetinde karakterlerimin, Halil’in Aysel’in, Füsun’un ve diğerlerinin bir yer yurt edinme kavgası vardı. Ve ilk cümlelerim orada, Mecidiyeköy metrobüs durağına doğru giderken kendiliğinden doğuverdi. Evim neresi? Evim neresi? Evim neresi.
Yaşamaklar’da da bir duvar yazısı yardımcı olmuştu bana. “Kaç rüyadır uçamıyorum” şeklindeki yazıdan doğmuştu ilk cümlem. Yaşamaklar demişken geçtiğimiz sene Mart ayında Vedat Türkali İlk Roman Ödülü’ne aday gösterildi. Ödülü podcaste de konuk ettiğim sevgili Gökçe Bilgin kazandı. Kendisini bir kere daha kutlayayım bu vesileyle. Kendi adıma, ismimin, kitabımın Vedat Türkali adına verilen ödülle birlikte anılması büyük bir onurdu. Onun romanları benim için hep büyük romanlardı. Beni edebi olarak çok besleyen bir yazardı Vedat Türkali, bu nedenle kendi adıma bir övünç noktası oldu aday gösterilmem.
Mayıs ayına gelelim, dediğim gibi podcaste başladık. Yazı Hariç yayın hayatına başladı. Aynı ay Yaşamaklar ikinci baskısını yaptı. Bu motivasyonla ben daha da bir hevesle yazmaya ve üretmeye başladım. Bir yandan podcast, bir yandan roman yazımı, verimli bir süreç yönettiğimi düşünüyorum. Tabii bu noktada odak noktamı dağıtacak bir işim olmadığı için daha verimli çalıştığımı söyleyebiliyorum.
Bu noktada podcastin, Yazı Hariç’in bi özetini ekleyeyim hadi: şimdiye kadar 19 bölüm yayınlamışım. Bölüm uzunluklarının toplam süresi 509 dakika. Yani 8 buçuk saate yakın bir süre. Tabii bu size ulaşan son hali, ham hallerinin toplamı muhtemelen bi 15 saat kadar olabilir. Bunun arkasındaki hazırlık, kayıt, düzenleme gibi diğer uğraşların sürelerini de düşünürsek, ciddi bir zaman ayırdığımı söyleyebiliriz. Bu sürede altı konuk ağırlamışım. Benim nazımı çeken sevgili dostlarıma, Sevgili Arlin Çiçekçi’ye, sevgili Başak Baysallı’ya, Murat Çelik’e, Osman Palabıyık’a, Gökçe Bilgin ve sevgili Müge Koçak’a çok çok teşekkür ediyorum. Her kayıtta ayrı ayrı keyif aldığımı söylemek istiyorum. Umarım sizler de bu duyguyu benimle bölüşmüşsünüzdür. Niyetim, podcastin devam edecek bölümlerinde daha çok konuğu sizlerle buluşturmak olacak. İstatistiklerin köpeği bir insan olarak Spotify istatistiklerini sizlere kısaca aktarayım buradan: En çok dinlenilen ülkeler Türkiye, Hollanda, Fransa, Gana ve İsviçre. Gana’daki edebiyat tutkunlarına buradan bir selam yollamayalım mı şimdi? Gönlümde taht kurdular gerçekten. Teşekkür ediyorum kendilerine. En çok Instagramda paylaşılmışız. Spotify’ın verilerine göre dinleyicilerin %40’ı aynı zamanda podcasti takip etmişler. Bu benim için çok güzel bir oran. Takipçilerimizin 183’ünün en çok dinlediği 10 podcast arasındaymışız. 111’inin en çok dinlediği 5 podcastten biriymişiz. ve 29 takipçimizin de en çok dinlediği podcast olmuşuz. Her takipçime ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Umarım biraz önce de dediğim gibi keyif almışsınızdır, iyi vakit geçirmişsinizdir ve anlattıklarımdan faydalanma imkanınız olmuştur.
Bu sene pandeminin bitmesiyle beraber fuarlar ve kitap şenlikleri de başladı. Haziran’da İstanbul Büyükşehir Belediyesinin organize ettiği Taksim Atatürk Kitaplığı bahçesinde düzenlenen Açık Hava buluşmalarında, geçtiğimiz Aralık ayında da 2 yılın ardından düzenlenen Tüyap İstanbul Kitap fuarında imza gününe katıldım. Güzel insanlarla tanıştık, sohbetler ettik.
Eylül ayında benim için yeni bir deneyime de başladığımı söyleyeyim. İtalyan Lisesi’nin öğrencileri için düzenlediği Dijital İçerik Üretimi Kulübü’nde danışman olarak görev almaya başladım. Öğrenci arkadaşlarımla beraber okul dönemleri boyunca bir kültür sanat sitesi hazırlayacağız, onun üzerine çalışıyoruz ve ortaya güzel bir işin çıkacağından eminim. Ayrıca onlarla zaman geçirmek, dünyaya onların gözünden bakmak ve algılarının boyutlarını görebilmek benim için yeni bir deneyim.
Ekimin 27’sinde, başlarda da söylediğim gibi Nisan ayında yazmaya başladığım romanımı bitirdim. Yaklaşık 8 aylık bir yazma sürecinin sonunda içime sinen bir biçimde, son okumaları, düzeltmeleri ve kontrolleri için yayınevine gönderdim dosyayı. Üzerine çalışıp son halini vereceğiz ve bu sene içerisinde, henüz tam tarih veremesem bile, düşüncemde nisan ayı gibi yayınlanmış olacağını tahmin ediyorum. Tabii kesin bir zaman dilimi değil bu, yayınevinin yoğunluğuna, yayın takvimine ve ülkenin içinde bulunduğu duruma bağlı bu konular. Bekleyip göreceğiz. Süreç hakkında yine buradan bilgilendirmeler yapacağım sizlere.
Biraz da okuyup etkilendiğim kitaplar üzerine konuşayım istiyorum. Kısaca. Çok uzatmayacağım. Belki de uzatabilirim, bilemiyorum. Söz vermiyorum.
2022’ye başlarken kendime 50 kitap okuma hedefi koymuşum. Bir önceki yıl koyduğum hedef yine aynıydı, fakat sadece 22 kitap okuyabilmiştim. Yoğun iş koşturmacasının bir yan etkisi de buydu. Okuyamamak. Yazamamak. Bu sene çalışmıyor olmanın da etkisiyle 42 kitap okumuşum. Bu sayıya, romanımı yazmak için okuduğum kurgu dışı araştırma kitaplarıyla, podcasti hazırlamak için okuduğum deneme ve kuram kitapları dahil değil. Onları da dahil edersem sayının 60 küsür kitaba çıkabileceğini düşünüyorum.
Çoğunluğu roman olmak üzere okuduğum ve etkilendiğim kitaplardan kısaca bahsedeyim hemen. İlki Sevgi Soysal’ın Yenişehir’de Bir Öğle Vakti romanı. Diğeri Oya Baydar’ın Sıcak Külleri Kaldı kitabı. Hemen burada bir not düşeyim. Aslında bu iki romanı da, yazmak için çalıştığım dönemi daha iyi anlayabilmek için okumuştum. Sevgi Soysal beni o kadar etkiledi ki, romandan kendi romanıma bir epigraf aldım. Aldığım alıntı şöyle:
“Bir şey değişti. O, ben, Ali, hepimiz değiştik. Bundan sonra, bir zamanlar olduğu gibi, birbirimize yakın olamayacağız, birimiz ötekinin ne yaptığını, niçin yaptığını tam olarak bilemeyecek. Sık sık kınayacağız birbirimizi, haksız yere suçlayacağız, yan sokaklara sapıp, birbirimizi yitireceğiz labirentin içinde. Yakınlaşsak da, anlatılmadık, anlaşılmadık şeyler kalacak aramızda. Kuşku, güvensizlik kalacak. Çünkü, önemli bir değişmeyi, olayı birlikte yaşamadık.”
Domenico Starnone’nin daha önce Bağlar romanını okuyup birçok insana ve arkadaşıma ısrarla önermiştim. Bu sene kendisinin Şaka isimli romanını okudum. Çok beğendim. Yine Claire Keegan’ın uzun öyküsü Emanet Çocuk çok sevdiğim bir kitap oldu. Kendisinin Mavi Tarlalarda Yürü öykü kitabını da çok sevmiştim. Devrim Koçak’ın Nergis Hanım Hakkında Bazı Şeyler romanı aldığı Everest Yayınları İlk Roman mükafatını sonuna kadar hak ediyor kanımca. Hürriyet Kitap Sanat’ın hazırladığı 2022’nin en iyi kurmacaları arasında da yer aldı bu kitap. Fatma Nur Kaptanoğlu’nun Ateşten Atlamak kitabı okuduğum bir diğer iyi kitaptı bu sene. Bir de beni sarsan başka bir kitap var, yine bir dönem anlatısı; yılın son aylarında okuduğum Melih Cevdet Anday’ın İsa’nın Güncesi romanı. Okuduğum en garip ve rahatsız edici roman olabilir galiba. Yılı Orhan Pamuk’un Kırmızı Saçlı Kadın romanını dinleyerek kapattım. Yine her kitabında olduğu gibi beni kendine hayran bırakmayı başardı Orhan Pamuk. Aralık ayında Başak Baysallı’nın ve Arlin Çiçekçi’nin yeni kitaplarını da severek okudum. Her iki kitabı dair inceleme yazılarımı linke koyuyorum, bakmak isteyenler ulaşabilirler. İki roman da beni can evimden yakaladılar. Kendilerini burada konuk ettim diye söylemiyorum, iyi niyetle Sarkaç’ ve Servi Nine ve Üç Güzeller kitaplarını öneriyorum sizlere.
Yavaş yavaş toparlayayım artık. 2022 nasıl geçti?
Kendi adıma güzel bir yıl geçirdim. Yazarak, okuyarak, dinleyerek, izleyerek, kendime ve aleme bakarak güzel günler yaşadım. Kendimi bahtiyar hissettiğim bir sene oldu. 7 kilo verdim, spor yaptım, basketbola ve oyuna doydum. Diziler keşfettim, yazmanın farklı türleri üzerine düşünme fırsatım oldu ve hatta bu düşüncelerimi hayata geçirmeye niyetlendim. Aklımdaki bir roman düşüncesini neden senaryoya çevirmeyeyim ki bunu diye düşünerek yazmaya başladım. Acemice çabalar ama inanılmaz keyif alıyorum şu aralar. Sanki izlediğim bir dizi var ve o dizinin nasıl ilerleyeceğine kendim yazarak karar veriyorum. Bu konuda da ileride kendimi besledikçe, deneyimim arttıkça ve yeni şeyler öğrendikçe konuşmak istiyorum. Konuşmak istiyorum deyince, belki de kendimi tanımlarken kullandığım biyografimi şöyle düzenlemem lazım: Okumayı, yazmayı ve konuşmayı sever. Ki aslında konuşmayı da pek sevmem, beni yakından tanıyanlar bilir. Bilmiyorum mikrofon önünü sevdim galiba, hadi bu da bir itiraf olsun.
Umarım sizin de yılınız iyi geçmiştir, ardında güzel anlar ve anılar bırakmıştır. İsterim ki bana geçtiğimiz yılı anlatın, neler yaptığınızı, neler okuduğunuzu, neler izlediğini duymak isterim.
Hadi o zaman şöyle yapalım ve bölümü kapatalım. Geçen yıla dair düşüncelerinizi ve okuyup izlediklerinizi [email protected] adresine yazın veya sosyal medya hesaplarımdan iletin. Ben de bir sonraki bölümde paylaşmamı isteyen dostlarımızın ilettiklerini sizlerle buluşturayım.
Her bölüm sonu söylediklerimle veda ediyorum o vakit: Bu ve önceki bölümlere dair düşüncelerinizi mail adresim ya da sosyal medya hesaplarımdan bana iletebilirsiniz. Ayrıca bölümü sevdiyseniz paylaşabilir, sevdiklerinizin de haberdar olmasını sağlayabilirsiniz. Bu beni mutlu eder.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere. Hoşça kalın.
İlk yorum yapan siz olun