İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yazı Hariç Podcast Bölüm 10: Genel değerlendirme ve İlk Cümle -1

Merhaba, ben Caner Almaz. Yazı Hariç podcast serisinin 10. Bölümünün dökümünü okumaktasınız.

Bölümü dinlemek için:

Hazırlığına ve eğitimine Mart ayında başladığım podcast serimin onuncu bölümüne ulaşmış bulunuyoruz. Benim için keyifli bölümlerin, yazma ve okuma uğraşında yeni keşiflerin gerçekleştiği bir süreç oldu. Başlangıçta yeni romanımı yazarken beni motive edecek, beni hikâyemin içerisinde tutacak bir uğraş ve günlük olarak başlamışken, artık günlük hayatımın içerisine yerleşmiş ve keyif alarak hazırladığım bölümlerle beraber, yazar dostlarımı daha yakından tanımama vesile olan bir alan haline dönüştü. Bunun için çok mutluyum.

Benim gibi düşünen, mesajları ve geri dönüşleriyle benimle beraber bu yolculukta yer alan tüm dostlarıma ve dinleyicilerime teşekkür ederim. Ayrıca bu bölüm özelinde dinleyicilerimize ufak da bir sürpriz hazırladım. Bu bölüm içerisinde soracağım üç soruya doğru cevap veren üç dinleyicimize, Susan Sontag’ın Böyle Yaşıyoruz Artık, Cesare Pavese’nin Geceleri, Sokaklarda ve naçizane kaleme aldığım Yaşamaklar’ı imzalı olarak hediye edeceğim. Şöyle ilerleyeceğiz. Cevaplarınızı Instagram’da 10. Bölümün paylaşımının altına yorum olarak yapabileceksiniz ya da mail olarak iletebileceksiniz. Ara ara böyle ufak sürprizler yapmaya, hediye kitaplar vermeye çalışacağım. Böylelikle karşılıklı etkileşime de girmiş oluruz, diye düşündüm. Umarım hediyelerimi seversiniz.

Bu bölümde hem geçmiş bölümlere dair ufak bir hatırlatma değerlendirmesi, hem de bu yolculukta nereden nereye geldiğimiz noktasında ve yeni romanımın son durumu hakkında kendime notlar düşeceğim. Ayrıca bu ve bir sonraki konuksuz bölümümün başlığı olan romanın ilk cümleleri üzerine bu bölümde biraz giriş mahiyetinde konuşmak istiyorum.

Kısaca bu on bölüm boyunca nelerden bahsettiğime, konuklarımızla neler konuştuğumuza değineyim.

İki parçaya ayırdığım ilk bölümün konusu neden okur ve neden yazarız sorularına cevaplar aradım. Okuma ve yazma eylemlerinin hayatımızda kapsadığı alanla beraber, bu yolculukların temelinde yatan sebeplere Daniel Pennac, Margarite Duras, Goethe, Sadık Hidayet gibi yazarların düşünceleri üzerinden cevaplar bulmaya çalıştık. Teknik olarak, yayına hazırlama tekniği olarak beni baya zorladığını söylemem gerekiyor. Doğaçlama konuşarak kaydettiğim bir bölümdü ve podcast akademisinde aldığım eğitimler devam ederken kayıt etmiştim. Bu nedenle benim için hatalarıyla, heyecan dolu ses tonuyla özel bir bölüm. Umarım sizlere de bu duygu geçmiştir.

İkinci bölümde konuğum ilk kitabı Beşerbazın Marifeti geçtiğimiz yıl yayınlanan Arlin Çiçekçi’ydi. Onunla yaptığımız sohbette okuma yolculuğu, yazarken kendini keşfetme ve karakter yaratım süreçleri üzerine benim çok keyif aldığım bir sohbet gerçekleştirdik.

Üçüncü bölümde yeni romanıma hazırlık aşamasında nasıl hazırlıklar yaptığıma dair, kendi hazırlık süreçlerimi anlattım. Dördüncü bölümde, kendisi de benim gibi romanına hazırlanan, orta yakın tarihimize dair kıymetli bir roman hazırlığı içerisinde olan Başak Baysallı’ya bol kahkahalı bir kayıt gerçekleştirdik. Başak’tan yeni romanına nasıl hazırlandığına dair kendi yöntemlerini dinledik.

Bu arada şeyi fark ettim. Konuklarımla baya eğlenceli kayıtlar gerçekleştirirken, tek olarak gerçekleştirdiğim bölümlerde biraz sıkıcı olabiliyorum. Bu konuda kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Bundan sonraki bölümlerde biraz daha eğlenceli kayıtlar yapmaya çalışacağım.

Beşinci bölümdeyse benim gençlik hayallerimden, liseye giderken saf ve iyi niyetli, hevesli hallerimden, 25 yaşına geldiğinde Dostoyevski olma hayali kuran o çocuk halimden bahsettim. Bugünlerden o çocuk halime öğüt verdim. Sonrasında bugünlere gelene kadar yaşadığım, yazma yolculuğumda hem üzücü hem de sevindirici gerçeklere değindim.

Altıncı bölümde, biraz okuma eylemine döndük ve nasıl daha iyi bir okur oluruz sorusunun peşinde cevaplar aradık. Yedinci bölümde ise yazmanın öğrenilip öğrenilemeyeceği, yazarlık atölyelerinin yazma eylemine katkıları üzerine bir araştırma üzerinde düşüncelerimi paylaştım. Sekizinci bölümde bir konuğumuz vardı: Everest Yayınları Yayın Koordinatörü yazar, şair Murat Çelik konuğumuz oldu ve kendi hayallerinden, yazmanın öğrenilir olup olmadığından ve okuma, yazma yolculuğuna dair güzel bir bölüm kaydettik. Umarım sizler de beğenmişsinizdir.

Bir önceki bölümde, yani dokuzuncu bölümde de bir karakter yaratmanın uzun ve sancı dolu yolculuğuna dair kendi tecrübelerimi paylaştım. Ayrıca beni etkileyen roman karakterlerini andım. Dünya ve Türk edebiyatında okurun belleğine kazınmış önemli karakterlerden bahsettim. Roman karakteri yaratırken neleri dikkate aldığıma, beni nelerin etkilediğine, nelerin yorduğuna ve yıprattığına dair Yaşamaklar’ın karakterleri üzerinden kendi özeleştirimi verdim.

Ve böylelikle bu bölüme ulaşmış olduk. Benim için gerçekten motive edici ve yazma yolculuğumu besleyen bir süreç oldu.

Bu nokta ilk kitap hediyem için sorumu sorayım: Yazı Hariç podcast serisine konuk olan yazar dostlarımızın isimleri neler? Üç dostumu konuk ettim, isimlerini bana iletmenizi istiyorum. Bu soruya yanıtlarınızı, Instagramdaki bölümün ilgili gönderisine yorumla iletebilirsiniz. Instagram kullanmayan takipçilerimiz [email protected] mail adresine cevaplarını iletebilirler. Güzel bir soru oldu bu, cevap gerçekten bölümün içerisinde. Dikkatli dinleyicilerimiz cevabı zaten dinlediler.

Yazmakta olduğum yeni romanım hakkında ufak bir öz değerlendirme yapayım. Podcaste hazırlandığım ve yayınlamaya başladığım tarihlerde yeni yeni yazmaya başlamıştım. Araştırmalarımın temel kısmını bitirmiştim ve yazmaya başlayacak noktaya kendimi getirmiştim. Süreç ilerledikçe, yani yazmaya devam ettikçe yeni araştırma konuları önüme çıkmaya başladı. Bunlar için de ekstra okumalar, belgesel ve film izlemeleri yaptım. Özellikle 1 Mayıs 1977 yani Kanlı Mayıs ve 16 Mart 1978 Beyazıt Katliamı için ekstra okumalar, izlemeler yapmam gerekti. Gerçekten ülkemizin tarihinde koskoca kapanmayan yaralar olarak duran bu iki önemli katliam, hem araştırırken, hem de yazarken beni çokça üzdü. Bu iki olay da ülkemizin sol tarihinde çok önemli eşikler. 80 darbesine ülkeyi sürükleyen, günümüze kadar aydınlatılamamış, cezasız kalmış bu suçları işleyen güçlerin masum insanları nasıl katlettiklerini araştırmak da, yazmak da kolay değildi.

28 Haziran’da kitabın ilk bölümünü bitirdim. Geriye üç bölüm kaldı. Yazmaya nisan ayında başlamıştım, Mayıs ayında uzun bir ara verdim. Bazı şeyleri düşünmem ve araştırmam gerekiyordu. Diğer üç bölümü yazarken de mecbur kalacağım aralar olacaktır. Kendi planlarıma sadık kalabilirsem Ekim ayında romanı tamamlamayı planlıyorum. Daha erken bitebilir ama geç bitmemesi için çaba göstermem gerekiyor. Disiplinli, adım adım, planıma bağlı bir çalışma yürütme niyetim var. Umarım çok büyük aksaklıklar, tıkanıklıklar yaşamam.

Bitirdiğim bölüm, Halil isimli karakterimin hikâyesini içeriyor. Açıkçası ilk kitabı okuyanlar içerisinde kendisine fazlaca nefret besleyen bir kitle edindi. Ben de pek sıcak bakamıyordum kendisine ancak yazarken bu düşüncelerim biraz hafifledi. İlk kitabı okuyanların, devam kitabını okuduklarında Halil’e bir nebze hak vereceklerini düşünüyorum.

Halil bölümü muhtemelen, ilk kitaptaki Kenan karakteri gibi baskın bir karakter olacak. Yine muhtemelen kitabın en uzun bölümü. Henüz son hali verilmiş değil ancak biten bölüm 33 A4, yani kitap sayfası olarak hesaplarsak yaklaşık 70 sayfaya tekabül ediyor.

Böylelikle kendime şunu da ispatlamış oldum. Bu podcasti hazırlarken, yani bol bol konuşurken yazabiliyormuşum da. Bu benim için güzel bir gelişme.

Şunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliyorum. Boş durmadım, yazdım sevgili dinleyen dostlarım. İçime sinen ve sinmeyen yerleri var ama daha çok değişecek. Genel itibariyle ortaya çıkan metinden memnunum.

Şöyle bir şey yapalım ve yazdığım metnin, kitabın ilk bölümünün ilk kısmını size okuyayım, böylelikle ilk cümle konumuza da giriş yapmış olalım:

“Evim neresi? Evim neresi? Evim neresi.

Kirli tuvalet aynasına bakıyorum. Ayağımdaki terlikler ufak. Çoraplarım ıslanmasın diye dikkat ediyorum. Aysel’in ayakları ufacık. Aynayı elimin ayasıyla gözlerimi görecek kadar temizleyip kendime uzun uzun bakıyorum. Gözlerimin altı uykusuzluktan büyümüş. Sakallarımı en son ne zaman kestim hatırlamıyorum. Evdeki tıraş takımı aklıma düşüyor. Babamla ortaklaşa kullandığımız takım. Ona da dedemden kaldığından eminim. Evdeki eşyaları düşünüyorum. Eskimiş, dökülen, insanla beraber yaşlanan. Sanki yüzyıllardır orada duran ve üzerinde oturulmaktan, uyunmaktan süngerleri düzleşmiş divan, televizyonsuz, eskimiş, dolap kapakları ayakta duramayan vitrin, püskülleri sararmış annemin çeyizinden kilim, evin girişinde sizi karşılayan rengi solmuş paspas. Her biri anamla, babamla yaşlanmış. İnsanın evi neresidir? Halil, evin neresidir? Konuşsun diye gözlerime bakıyorum. Anlatsa. Gözlerim benimle konuşsa. İçine düştüğüm dardan beni kurtarsa. Aysel’in gözleri çölde vaha. Bakışı içimi ısıtır. Onlar da konuşmaz. Nazarı yeter. Aysel’in nazarı yeter. Onu severim. O da beni sever. Sever mi? Sever tabi. Sevmese kalkışır mı? Elimden tutar mı? Yola çıkar mı? Yol uzun. Yol yorucu. Onunla yolda olmak güzel. Onunla olmak dünyalara bedel.”

Henüz adını koymadığım yeni kitabımın ilk cümlesi ve giriş paragrafı böyle. Bir aynı sorular bütünü. Halil’in ve Aysel’in yolculuğunun başlangıcı.

Yeni kitap böyleyken, Yaşamaklar’ın giriş cümlesi neydi? Okuyanlar eminim hatırlayacaktır. Benim en sevdiğim cümlelerden birisi kitaptan: “Uçamıyordum. Ne zamandır rüyalarımda uçamıyordum.”

Podcastin açıklama kısmına linkini koyacağım. Twitter’da paylaşılmış bir duvar yazısından yola çıkarak kurduğum cümlelerdi bunlar. Duvar yazısı şuydu: “Kaç rüyadır uçamıyorum.” Beni çok etkilemişti. Çok güzel bir roman açılış cümlesi olur diye düşünmüştüm ve o düşüncemi gerçekleştirdim.

Romanların ya da öykülerin açılış cümleleri neden önemlidir, diye sorarak konuya giriş yapalım. Bu bölüm de ve sonraki bölümde bu konu üzerine biraz konuşalım istiyorum.

İlk cümleler benim için çok önemli. Yazdığım metinlerde ilgi çekici, okuru metne meraklandıran, okuduğundan etkilenerek devamını da okuma konusunda bir dayanak sağlayan bir açılış yapma çabam var ve çoğu yazarın buna dikkat ettiğini biliyorum. Hemen bir alıntıyla konuyu perçinlemek istiyorum. Tolstoy’un Anna Karanina romanının o dünyaca meşhur açılış cümlesini size okuyayım ve devam edelim:

“Bütün mutlu aileler birbirine benzer, her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göredir.”

Çok etkileyici, çok şaşırtan, bildiğimiz bir gerçek ama gün yüzüne çıkınca, birisi tarafından içimize fısıldandığında sarsan bir başlangıç değil mi? Gerçekten öyle. Ve bize ilk başta, daha ilk cümlede bir mutsuz aile hikâyesi anlatacağını söylüyor Tolstoy. Her mutsuz ailenin mutsuzluğu kendine göre olduğu için de başka hiçbir hikâyeye benzemediğini, bu yüzden okumamız gerektiğini de başlangıçta kaçamak olmayan, apaçık bir şekilde dile getiriyor. Gerçekten etkilenmemek elde değil.

Şimdi kendinizi şöyle hayal edin: Çok sevdiğiniz bir kitabevine girdiniz. Eğer aklınızda belirlediğiniz, almaya niyetlendiğiniz bir kitap yoksa ve ne alacağınıza orada karar verecekseniz, sizi yönlendirecek bir kitabevi personelinin de olmadığını düşünelim, karşınızda binlerce kitaptan oluşan bir seçenek denizi bulunuyor. Hangi kitabı alacaksınız? Neye göre seçeceksiniz?

Bu noktada hazır sorular soruyorken bekleyen dinleyicilerimiz olduğunu biliyorum, ikinci sorumu sorayım ve ikinci kitabımızı hediye edelim: Sorum şöyle, yine cevabı podcastin içerisinde yer alan bir soru: Yaşamaklar’ın giriş cümlesi nedir? Bence kolay bir soru, dinlediyseniz veya kitabı okuduysanız aklınızda kaldığını da düşünüyorum. Cevabınızı Instagram gönderisinin altına yorum olarak ya da [email protected] mail adresine iletebilirsiniz.

Kitap seçerken dikkat ettiğimiz belli başlı şeyler vardır genelde. Özellikle kitabevlerinden alışveriş yaparken arka kapağı okuruz. Kitabın bize ne anlatacağını ilk orada görmeye çalışırız. Sonrasında ilk cümlesine, sayfalarından bazı bölümlerine bakar ve okuruz. Herkesin alışkanlıkları farklıdır tabii, benim seçimlerim genelde böyle ilerliyor. Arka kapak ve ilk cümlede beni yakalayabiliyorsa elimdeki kitap, okumak için heyecan duymamı sağlıyorsa, genelde o kitabı alıyorum. Online kitabevlerinin de bazılarında iç sayfalara göz at kısmı bulunuyor. Keşke her online satış sitesi bunu sağlayabilse. İlk sayfalarına bakamadığım kitapları alırken tedirgin oluyorum.

Bu nedenle okur için iyi bir başlangıç cümlesiyle karşılaşmak önemli diye düşünüyorum. Bizi ikna etmeli. Bizi merak ettirmeli. Devamını okumak için derin bir istek, bir arzu duyumsamalıyız. Bir fikir vermeli. Bizi sarsmalı. Bu yolculuğun bizde pişmanlık yaratmayacağını sezdirmeli.

Böyle düşününce, yani biraz önce saydığım beklentileri düşününce bunun, yani iyi bir ilk cümle yazmanın, onu belirlemenin zor olduğunu anlatabilmişimdir umarım.

Bu bölüme dair anlatacağım şeyler biraz fazlaca. Bu nedenle şimdilik burada bırakalım, sonraki bölümde devam edelim. Bölüme dair düşüncelerinizi bana mail yoluyla ya da podcastin sosyal medya hesaplarına iletebilirsiniz.

Hediye kitaplarımızı kazanan dinleyicilerimizi bir sonraki bölümde duyuracağım. Son sorumu da sorarak yavaş yavaş huzurlarınızdan ayrılıyorum.

Sorum şöyle: Yazı Hariç’in de yayıncısı olduğu, Türkiye’nin ilk ve en büyük podcast yayın ağının adı nedir? Hemen ufak bir kopya verip bu soruyu kolaylaştırmak istiyorum: Podcastin ana logosunun yer aldığı logoda, sosyal medya hesaplarımızda kendilerinin ismi yer alıyor. Buradan Yazı Hariç’i destekleyen bu güzel ekibin güzel çalışanlarına da bolca selamımı, sevgilerimi iletiyorum.

Evet, bu bölümün sonuna geldik. Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle. Hoşça kalın.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir