İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Kayıp bir şehrin rehberi

Hakan Bıçakcı, “Uyku Sersemi”nde hızla değişen-dönüşen bir şehirde yaşayan ve değişimin içinde hapsolmuş bir bireyin akıl ve ruh sağlığına yakından bakıyor.

 

Gündelik hayatımızda, farkında olmadan kabullendiğimiz bir sürü şey oluyor: Zamanın durmadan akması gibi, yaşlanmamız gibi, yaşamların sona ermesi gibi, şehirlerin ve insanların değişmesi gibi. Kontrolümüzde olmayan durumlara karşı verdiğimiz tepkiler, genellikle monotonlaşan bir sistematiğe sahip. Öncesinde bir şaşırma-şok evresi yaşarız. Sonrasında serzeniş başar; durumu eleştirmeye, söylenmeye başlarız. Bu serzenişimiz yerini kısa süreli bir direnişe bırakır. Çözümler ararız, insanlarla bu çözümler üzerine konuşur, çıkar yol bulmaya gayret gösteririz. Fakat bu durum kısa sürer, direncimiz kırılır ve yavaş yavaş kanıksamaya başlarız olan biteni. Alışırız. Alışmayı öğreniriz. Alışma evresinin sonrasında ise kabullenemediğimiz şeyleri, yok saymak adına attığımız bir adım gelir: Unutmak. Olanları, bitenleri, yaşananları yaşattığı travmayı görmezden gelmek için unutmaya, belleğin dokunulmayan kısımlarına itmeye başlarız. O olaya dair anıyı canlandıracak bir metaryal olmadığı müddetçe de böyle yaşamaya devam ederiz. Ölenleri unuturuz, kaybettiklerimizi yok sayarız… İnsan kendisini zorlayan durumlara karşı evrimi gereği çözümler üretmekte başarılı bir organizma. Bir yolunu buluruz veya bulduğumuzu zannederiz.

Fakat öyle şeyler vardır ki, onlara alışamak ve kabullenmek zordur. Mesela içinde yaşadığınız şehrin günden güne değişmesi buna örnek olabilir. Çocukluğunuzun geçti mahalleler, yaşadığınız evler, canlı bir organizma olan şehrin günden güne kabuk değiştirir gibi başkalaşması, sizde farklı yansımalar oluşturabilir. İçinde büyüdüğünüz kente yabancılaşabilirsiniz. Sürekli gittiğiniz mekânlar, bir gün ansızın kaybolur. Kentin dönüşümü adı altında, koskoca uygarlıklara ev sahipliği yapmış şehrin belleği temizlenmeye, terbiye edilmeye ve hatta yok edilmeye çalışılıyorsa, bunu kabullenmeniz hiç de kolay değildir. İstanbul gibi bir şehirde, bunu gözünüzün içine sokarak yapıyorlarsa; günün her saatinde dolaşan harfiyat kamyonları, sürekli yıkılan eski yapılar, şehircilik kültüründen uzak inşa edilen bol katlı-bol camlı binalar, can sıkıcı ve yakıcı konuma gelebilir. Psikolojisi bilerek bozulan bir kent ve ülkede yaşamak, kendi psikolojinizin bozmulması için yeterli ve güzel bir sebeptir.

Hakan Bıçakcı, “Uyku Sersemi”nde hızla değişen-dönüşen bir şehirde yaşayan ve değişimin içinde hapsolmuş bir bireyin akıl ve ruh sağlığına yakından bakıyor.

Kahraman, İstanbul’la ilgili farklı bir şehir rehberi hazırlamaktadır. İçeriği, kentte gidilmesi, görülmesi, ziyaret edilmesi gerekli mekânlar ve bu mekân sahipleriyle yapılmış söyleşilerle oluşturulacaktır. Bu kitapla ilgili olarak yayınevine görüşmeye gider; yayınevi editörleri fikri beğenmiştir ve Kahraman’dan çok daha kapsamlı, birçok dile çevrilip basılabilecek, turistlere rehber olabilecek bir kitap hazırlamasını isterler. Anlaşmayı yaparlar ve Kahraman hazırlıklarına başlar. Daha öncesinden aldığı notlarla ve yaptığı mekân listeleriyle beraber çalışmalarına bir an önce başlamak ister. Fakat bu esnada yıllar önce aldığı notların güncel olmadığını, bazı mekânların kapandığını, kapanmak durumunda kaldığını ziyaretlerinde görür.

Bu esnada, yaptığı bir söyleşinin kaydını dinlerken, kendi sesinin yabancı birisine ait olduğunu fark eder ve ürperir. Durumu kız arkadaşı Elif’e açma konusunda kararsız olur. Elif de bir reklam firmasında çalışmaktadır; işinde çok yorulmakta, fikirleri beğenilmemekte ve çok yorucu, yoğun çalışmalarından ötürü mutsuz olmaktadır. Kahraman, zaman geçtikçe, söyleşileri biriktirdikçe, konuştuğu bazı mekânların kapandığını, kapanacak olduğunu öğrenmeye başlar. Bu süreçte, bu mekânların yerine başkalarını koyar. Sürekli değişen kent gibi, kitabı da her mekânda biraz daha dönüşmektedir.

Kahraman uyku sorunu yaşayan birisidir. Geceleri çok az uyuyabildiği için, gündüzleri inşaat gürültüsü içerisinde sürekli uyuklamaktadır. Bu uykular sırasında da birçok, içiçe geçmiş rüyalar görmektedir. Bir akşamüstü, uykudayken Elif fotoğraflarını çekmeye başlar. Uyandığında Elif’in çektiği fotoğrafları gören Kahraman, fotoğraftaki adamın kendisi olmadığını fark eder. Büyük bir huzursuzlukla beraber, o günden sonra düşünceleri ve hareketleri iyice karmaşıklaşır. Elif de çektiği fotoğraflarda aynı şeyi görür ama bunu Kahraman’a söyleyemez. Bir süre sonra şahit olduğu bu durum nedeniyle Kahraman’la konuşur ve ayrılmaya karar verirler.

Artık tamamen yalnız kalan Kahraman, kitabına odaklanır. Fakat çalışması şehir tarafından sürekli baltalanır. Kent sürekli değişmektedir. Söyleşi yaptığı yerler bir bir kapanır. Uzadıkça uzayan çalışmalar sonrasında yayıneviyle yeniden görüşür. Kitabın içeriğinin değişmesine karar verirler. Artık bir kent rehberi hazırlamayacaktır. İstanbul’da kapanan mekâlara dair bir kitap hazırlaması istenir, ki zaten çoğunu farkında olmadan hazırlamıştır bile.

Hakan Bıçakcı, İstanbul’un hızla değişen ve dönüşen yüzünü, “Uyku Sersemi”ne konuk ediyor. Kentin dönüşümünün şehrin sakinleri üzerinde nasıl bir yabancılaşmaya dönüştüğünü, kahramanının yüzünü tanıyamaması üzerinden aktarmaya çalışıyor. Bizleri rüyaların içerisinde dolaştırıyor. Kendisine baktığında yüzünü tanıyamayan bir karakter, sokaklarına, binalarına, insanlarına baktığınızda tanıyamadığınız bir şehrin hikâyesini anlatıyor. Hatta öyle ki, kitabın bir bölümünde kedisi Berna’nın ölmesi üzerine Kahraman onu gömecek bir toprak parçası dahi bulamıyor. Gece boyu dolanmasına rağmen, en ufak bir toprak parçası bulamayan, nihayetinde kedisini çöpe atmak zorunda kalan Kahraman, yaşadığı evden, insanlardan uzaklaşmaktan başka çare bulamıyor. İyileşmek umuduyla, hiç tanımadığı, güvenli olmayan, her an üstüne çöküp kalabilecek bir hayat kuruyor kendisine.

“Uyku Sersemi” ile günümüz İstanbul’una ve hızla dönüşen şehirde sıkışıp kalan, bunalan, kaybolan kahramanlara yakından  bakıyor Hakan Bıçakcı. Tanıdığınızı sandığınız bir kentin hızla yabancı bir hal almasını gerçekçi ve sarsıcı bir dille aktarıyor.

Not: Bu yazı daha önce Vatan Kitap ekinde yayımlanmıştır.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir