İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yılın getirdikleri – Bölüm 6: Haziran / Temmuz

Haziran ayı ne çabuk geçti, hele Temmuz ayı… Çalışınca, iş hayatına yeniden dönünce zamanın ne çabuk geçtiğini, gününüzü neyle doldurup neleri yapamadığınızı düşünmeye başlıyorsunuz.

Bir nevi özeleştiri. Olmak isteğim kişiyle giyindiğim kişilik arasında bana benzemeyen bir üçüncü kişilik taşıyorum bir süredir. Bu kişiliğin bana ait tek yanı, okumak, okumak, okumak. Yazma eylemine dönmeyi çok istiyorum, bunun için zaman ayırmaya çalışıyorum ama olmuyor. Birkaç aydır bu böyle.

İki aydır istediğim seviyede okuyamadığımı da fark ediyorum. Ama son birkaç haftadır elimde olan Anna Karenina, körelmekte olan tüm duygularımı yeniden harekete geçirmeye yetti. Öyle heybetli ve güzel bir yapıt ki, direnme, umut etme, yazma, okuma ve hayata dair umut taşıyan her duyguyu içerisinde barındırıyor. Yazmak istiyorum, okumak istiyorum.

Fırsatını bulmuşken de, Haziran ve Temmuz aylarında okuyabildiğim kitapları bir solukta yazdım. Belki birilerine yardımcı olur. 9 kitaplık kısa bir öneri listesi, buyurunuz efendim:


1. Çocuklar İçin Adabımuaşeret – Erasmus

Kırmızı Kedi Yayınları’nın Turuncu Kitaplar dizisinde çıkan Çocuklar İçin Adabımuaşeret, her bakımdan faydalı bir kitap. Yazıldığı dönemin tarihsel yapısı ve kültürel zeminin aktarması bir yana, günümüzde dahi kullanılmaya devam edilen bazı görgü kurallarını dillendirmesi, Erasmus’un sevimli ve muzip diliyle birleşince ortaya kısa ama lezzetli bir çalışma çıkarıyor.

Adı sizi yanıltmasın; “Çocuklar İçin” diyor ama bahsedilen görgü kurallarının, adabımuaşeret konusunda henüz kitabın zamanından çok çok geride olan milletimiz için okunması gerekli kitaplardan birisi bana göre. Konuşmadan sofra adabına, selamlaşmadan topluluk içerisinde hareketlere pek çok konuda kılavuz bir kitap. Okuyunuz.


2. Günden Kalanlar – Kazuo Ishiguro

Ishiguro’nun Beni Asla Bırakması’nı okumuş, gördüğüm, konuştuğum, tanıdığım herkese iyi niyetle tavsiye etmiştim.

Günden Kalanlar da gönül rahatlığıyla önerebileceğim kitapların arasına girdi. Okuduğum bu ikinci Ishiguro kitabının ardından da, yazarın üslup ve anlatı açısından kendi adıma ilham verici bir kişiliğe sahip olduğunu söyleyebilirim. Üşenmeden anlatılan detaylar, olay kurgusunun hiçbir detayının atlanmaması, hüzünlü anların trajikomik yanlarının keşfi, sıradan karakterlerin dokunduğu acımasız noktalar, her şeyin bir şekilde birbirine bağlı olduğu gerçeği…

Ishiguro, bizi bambaşka dünyalara taşıyıp düşünce gücümüzün ulaşamayacağı yerlere taşıyor ve oralarda kurduğu dünyalara konuk ediyor. Üstelik bunda o kadar başarılı ki, şatafattan uzak bir dil kullanıp böylesine ihtişamlı anlatılar yaratabilmek, her yazara nasip olacak bir özellik değildir, diye düşünmeden edemiyorum. Kitaba dair hiçbir şey söylemeden kendisini iyi niyetle tavsiye ediyorum. Okuyunuz efendim.


3. Rüya Arızaları – Ertuğ Uçar

Rüyalara çok takıntılı olduğumu düşünüyorum. Öyle ki çıkan kitabımda rüyaların gerçeküstülüğüne dokunan birkaç öykü vardı. Ertuğ Uçar, rüyalara dair aklımdaki kurmaya çalıştığım öykülerin benzerlerini yazmış. Okuduğum için sevindim, çünkü ben böyle iyilerini yazamazdım. Çokça uzun olmayan ve tamamı rüyalarda geçen öykülerin büyülü yanları var. Kendinizden paylar çıkaracağınız, aklınıza illaki gelen ama unuttuğunuz, efsununa kapılmadan edemeyeceğiniz duruca öyküler. Ertuğ Uçar’ı daha sık okumam gerektiğini hissettirdi bana. Sevdim. Çok sevdim.


4. Kambur – Şule Gürbüz

Hızlıca okumamanız gereken metinler vardır; yoğun akıcı, zihinde tarif edilemeyen bir tat bırakan ama hissiyat açısından sizleri yoran metinler. Şule Gürbüz’ün bu nedenle seveni de eleştireni de çoktur. Seveni çok sever, sevmeyeni de oldukça eleştirir. Ben bu tartışmalara girmeme taraftarıyım. Metinlerinin tamamını okumadan da derinlemesine bir şeyler söylemeyeceğim.

Kambur’un hissiyatına, sindirerek okuduğunuzda ulaşacağınızı düşünüyorum. Felsefe yönü ağır cümleler, aforizma izlenimi bırakıyorlar. Belki de aforizmalar, bilemiyorum. Ama bir derdi olduğu kesin. Olumlu konuşmak istemiyorum ama olumlu da konuşamıyorum. Çünkü olabildiğince kapalı bir metin ve kolaylıkla çözülebilecek, sindirilebilecek bir anlatı değil. Kendi okur kitlesini yaratabilen bir yazar Gürbüz. Kendi okumayan kitlesini de yaratabilen bir yazar aynı zamanda. Bu kadar söyleyeyim.


5. Nagazaki – Eric Faye

Yalnız başınıza yaşadığınız evinizin, hiç kullanma gereksinimi hissetmediğiniz kilerinde sizden habersiz yaşayan birisi olduğunu hissetmeye başlarsanız, ne yaparsınız?

Güzel bir konu. Dahası konu kurmaca değil, gerçek. Bu yaşanılmış ve kurmacaya aktarılmış bir olay. Eric Faye, ödül kazanan romanında konuyu her iki tarafın bakış açısından da anlatarak, zorlu bir yolculuğa çıkıyor ama sonuç mükemmele yakın. Evinize yerleşen, hiç tanımadığınız bir insan, neden sizden habersiz böyle bir şeye kalkışmıştır? Aylarca çok az besinle ve temel ihtiyaçlarını karşılayarak yaşamını sürdüren davetsiz misafir, daha doğrusu işgalcinin ruh ve duygu dünyası nasıldır? Psikolojik yanı ağır ama daha çok Japon toplumunun yapısına dair gözlem ve çıkarımları değerli bir kitap Nagazaki. Okuyunuz efendim.


6. Şeyler – Georges Perec

Perec, özel bir yazar. Onun ve arkadaşlarının yazmaya dair deneyleri, biçemsel çalışmaları hâlâ konuşuluyor, tartışılıyor ve nice yazara ufuk oluyor.

Şeyler, Perec’in Fransa ve dünyadaki ’70 kuşağını irdelediği, felsefelerini ve yaşam biçimlerini eleştirdiği, bir yandan da onlarla empati kurduğu çok çetrefilli bir yapıt. İki ana karakterimiz olabildiğince az gelirle yaşamaya çalışırken, kendi dünyalarının modalarından uzak kalamazlar. Bu moda tabirinin içerisine gençliğin siyaset modası, giyim modası, antika modası, ev eşyası modası, ilginç şeylerin modası dahildir. Yaşamlarını idame ettirebilmek için olabildiğince az çaba harcarlarken, toplumun çoğunluğunca gereksiz görülen, boşa kürek çekme olarak adlandırılabilecek şeylere çokça zaman ayırırlar. Ama direnemezler. Direnemedikleri noktada sıradanlaşma, monotonlaşma, tekdüze bir yaratık haline gelme hali doğar. Ücretli olarak çalışmaya başlarlar ama bunun için de geç kalmışlardır. Bir noktadan sonra iki yakasına da ulaşamayacakları bir derenin ortasında hissederler kendilerini.

Perec, okunması hem zor hem de keyifli yazarlardan birisi. Onun yazma eylemine dair çabaları ve uğraşıları, yazdığı her şeyi okumaya değer kılıyor benim gözümde.


7. Doğdum – Georges Perec

Biraz önce bıraktığım cümlenin ucunu buradan yakalayayım: Perec’in yazdığı her şeyi sonsuz bir istekle okuma heyecanı taşıyorum. Doğdum da bu hissiyatın sonucunda okuduğum kitaplardan birisi.

Doğdum, Perec’in tamamlayamadığı biyografi projesinin parçalarından birisi. Dünyadaki biyografi algısını tamamen değiştirecek bir yazı çalışmasına kalkışan Perec, hayatının hatırladığı her anını metne dökmeye, romanlaştırmaya, bir yandan da yarım kalan öykülerini bu çalışmanın içerisine koymaya, deneysel yollardan alternatif metinler üretmeye gayret gösteriyor. Doğdum da, Perec’in anılarının, söyleşilerinin, hatıralarının, konuşmalarının derlendiği bir kişisel kitap. Perec’e dair, Perec özelinde ama topluma mal olmuş yazılar. Sevenleri için değerli bir kitap.


8. Gece – Elie Wiesel

İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin dünyanın gözleri önünde milyonlarca Yahudiyi katletmelerine dair bir roman. Katliamın tanıklarından birisi olan Elie Wiesel, Auschwitz kampına babası ile beraber götürüldüğünde henüz 16 yaşında bir çocuktur. Kampta kaldığı aylar boyunca yüzbinlerce soydaşının ölümüne tanık olmuş, soğuktan, hastalıktan, açlıktan ve Nazi zulmünden kurtularak hayatta kalmayı başarmış bir çocuk olarak, yaşadığı travmayı delirmemek ve unutmamak için yazmaya karar verir.

Kamplarda yaşananları hiçbirimiz anlayamayız, bilemeyiz, her ne kadar filmlerle, belgesellerle, kitaplarla o vahşi dünyanın içine bakmaya çalışsak da, o dünyanın bir kurbanının hissettiklerini hiçbir zaman bölüşmemiz mümkün değil. Bu kitap bize bunu çok güzel anlatıyor. Her ne kadar oradaki vahşeti, acımasızlığı ve gözü dönmüşlüğü görsek bile tahmin edebileceğimizin çok üzerinde bir acı yaşandığını hissedebiliyorum.

Bebekler canlı canlı gömülüyor. Yaşlılar, sakatlar, hastalar, gücünü kaybedenler öldürülüyor… İnsanın olduğu yerde acı vardır ve insan yeni canilikler keşfetmekte uzmandır. Bir daha böyle bir katliama tanık olur mu insanlık bilmiyorum ama İkinci Dünya Savaşı kırımlarından ders çıkarabileceğimiz çokça şey var. Okuyunuz efendim.


9. Asker Daha Fazla Elliott Smith Dinlemek İstemiyor – Utku Yıldırım

Utku, benim Ne Okuyorum? vasıtasıyla tanıdığım bir arkadaşım. Çok sık görüştüğümüz söylenemez, taş çatlasın bir iki kere aynı masaya oturmuşluğumuz vardır. Daha çok yazışmalar, kitap önerileri, onlarda üç beş iletiyi geçmez.

Okuma tavsiyelerini, okuduğu kitapları imrenerek takip ettiğim bir dostum aynı zamanda. Kendi bloğunda değerlendirmelerini yaptığı okumaları, çoğu insanın faydalanabileceği sağlam bir kaynak aynı zamanda. Lütfen zaman ayırıp bakınız, tavsiye ediyorum: http://kitaplardananlamayanadam.blogspot.com/

Gelelim Utku’nun ilk kitabına. Kitabı çıkmak üzereyken bana nüshasını yolladı, okuyup üzerine konuşalım diye. Ben kitap çıktıktan sonra okuyabildim ama geç okuduğum için pişman olduğumu söylemeliyim. Utku’nun hayranlık duyduğu yazar ve müzisyenlerin melodisi, tınısı, kendi hayatının kırılma noktalarıyla öylesine örtüşmekte ki, okurken bu senkronu cümlelerin akışından, olayların birbirine bağlanışı ve çözümlenişinden ya da kilitlenişinden, boğazınıza dizilen soluğunuzdan ve daha birçok ölümcül sivri köşeden hissediyorsunuz. Bir nevi otobiyografik izler taşıyan öyküleri, kendisini anlatmaktan ziyade içerisinde bulunduğu bilinçlilik halinin tasvirlerini yapışıyla bezeli. Evet, acı çekiyorum, bunun farkındayım ve bu çektiğim acıyı sizlere olduğu gibi anlatma derdi ve telaşındayım, diyor. Evet, güzel anlar yaşadım, güzel kitaplar okudum, güzel kadınlar sevdim ama hepsi bir olup kütlemin taşıyabileceğinden fazlasını üzerime yıktılar, diyor.

Utku, iyi bir çocuk. Yakaladığı öykü ritmleri çoğunlukla okuruna yabancı gelecektir. İlk öyküden itibaren yetiştirdiği üslubu son bölümdeki kitabın öyküsünde dahi büyütmeye devam ediyor. Onu okurken, Bernhard okurmuş gibi hissediyorum. Bilinç sarmalları, iç sesin susturulamayan inatçılığı… Arkadaşım dedim diye övdüğümü düşünmeyin. Lütfen, birkaç saatinizi bu çocuğun metinlerine ayırın. Beğenmezseniz zararınızı ben tanzim edeceğim.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir