Merhaba, ben Caner Almaz. Yazı Hariç podcast serisinin 7. Bölümünün dökümü. İyi okumalar, dinlemeler.
Bu bölümde konu başlığımız “Yazmak Öğrenilebilir mi?” Günümüz edebiyat dünyasında çokça tartışılan konulardan birisi olan yaratıcı yazarlık kurs ve atölyeleri, bu atölyelerin yazma eylemine katkıları üzerine kendi düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Başlarken çok ufak bir araştırma yapalım isterseniz. Google’a girip arama kısmına yazarlık atölyesi, yaratıcı yazarlık kursu, öykü atölyesi, okuma atölyesi gibi anahtar kelimelerden birini yazıp aratmanızı istiyorum. Ben yapmış olduğum aratmanın görselini podcastin açıklama kısmına link olarak koyacağım.
Aramanın sonucu belki sizi şaşırtır, beni şaşırtmıyor: İnanılmaz çok sayıda bu tarz eğitim veren atölye var. Bunun hem üzerine düşünülmesi hem de sorgulanması gereken bir konu olduğunu düşünüyorum. Bu bölümde bunun nedenini sorgularken, yazmanın öğrenilir olup olmadığı üzerine de düşüncelerimi dile getirmeye çalışacağım.
Siz de bu konuya dair görüş ve düşüncelerinizi podcastin mail adresi [email protected]’a ya da sosyal medya hesaplarına mesaj yoluyla iletebilirsiniz. Üzerine sohbet edebiliriz.
Konuya girerken çok basit bir mantık üzerinden ilerleyelim istiyorum. Bir meslek edinmenin yöntemleri var. Hatta eğitim ve öğretim hayatı bu temel üzerine kurulmuş diyebiliriz. İyi bir iş ve hayat sahibi olmak için ömrümüzün büyük bir kısmını eğitimde, okulda geçiriyoruz. Kimi mesleklerin eğitimi daha uzun sürülere ve hatta mesleği icra ederken de devam ediyor.
Yani bir iş sahibi olmak için, temel düzlemde o işin okulunu okumak gerekir, diyebiliriz. Fakat bunu genele yayamayız; bazı meslekleri öğrenmek için okuluna gitmek gerekmez. Alaylılık dediğimiz bir kavram var; işi okuluna gitmeden, ustasının yanında beraber çalışarak ve uzunca süre deneyim kazanarak öğrenmek de mümkün.
Bu noktada şunu söylemek gerekir: Her meslekte doğal olarak alaylı olunamıyor. Örneğin doktor olmanın ne kadar meşakkatli bir eğitim hayatı gerektirdiği malumken kimse alaylı olarak doktor olabileceğini düşünmüyordur. Ancak konservatura gitmeden bir enstrüman çalmayı öğrenebilir, bu mesleği icra edebilirsiniz. Demek istediğimi anlatabilmişimdir umarım.
Yazarlık mesleğinin Türkiye’de saygın bir meslek olduğunu düşünebiliriz. Bir yetenek ve düşünsel beceri gerektirdiği için toplum nezdinde de karşılığı var. Bu konuyla alakalı bir araştırmadan bahsetmek istiyorum: 2020 yılında yapılan bu araştırmada 26 ilde 2711 kişiyle yüz yüze görüşülerek bir mesleki itibar sıralaması yapılmış.
Yazarlık mesleği tespit edilen 133 meslek arasında en itibar gören 22. meslek olarak yer alıyor. Birinci sırayı merak edenler için söyleyeyim, tıp doktorluğu. İkinci sırada hâkim, üçüncü sırada ise üniversite profesörü var. Araştırmanın linkini de açıklama kısmına koyuyorum. İlginç sonuçları var, incelemenizi isterim.
Yazarlık, araştırmadan da anlaşılacağı saygın bir meslek. Ve insanlar okumayı sevdiği gibi yazmayı da seviyorlar. Bunu gerçekleştirmek istiyorlar. Bu çok doğal bir seçilim, bunu anlayabiliyorum. İnsanların bu eylemi gerçekleştirebilmek için yol ve yöntem aramaları da bu sebeple doğuyor. Çünkü yazarlığın eğitimini veren bir üniversite programı yok. Yazarlık ciddi saygı görürken ve meslek olarak kabul edilirken, akademide bir meslek programı olarak görülmüyor ve üniversitelerde akademik takvimlere program olarak yer almıyor. Bu da üzerine düşünülmesi gereken bir başka nokta. Bu noktayı daha sonra başka bir konuyla bağlayacağım.
Üniversitelerimiz aslında yazarlığı öğretiyor. Fakat konumuzun başlığı olan yazarlık kurslarıyla. Yani süreli kurslar düzenliyorlar ve sertifika veriyorlar. Anladığım kadarıyla çoğu üniversite bir kurs ya da atölye programı nezdinde değerlendiriyor yazarlık mesleğini.
Oysaki yurtdışına baktığımızda, yurtdışı üniversitelerinin yazarlığa dair lisans, yüksek lisans ve doktora programlarının olduğunu görebiliyoruz. Ben yaptığım ufak araştırmanın sonuncunda sadece Amerika’da 300, İngiltere’de ise 90’dan fazla üniversitenin yazarlık programı olduğunu gördüm. Ve çok da popüler programlar. Çok fazla öğrencileri bulunuyor.
Kazuo Ishiguro ve Ian McEwan. Benim çok sevdiğim ve dostlarıma sıklıkla önerdiğim iki yazar Kazuo Ishiguro (ki geçtiğimiz yıllarda kendisi Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı) ve Ian McEwan bu programlardan mezunlar. Aslında okuduğumuz, sevdiğimiz çoğu ünlü yazar bu programlara, atölyelere gitmişler. Yine ufak bir araştırmayla bunu keşfedebilirsiniz.
Böyleyken, Türkiye’de özellikle 2010’dan sonra artan yazarlık atölyelerini yadırgamamak gerekiyor. Yani yalnızca ülkemizde durum bu şekilde değil, aksine ülkemiz çoğu güzel şeyde olduğu gibi bu konuda da dünyanın gerisinde.
Ben bu atölyelere gitmedim ancak etrafımda bu derslere katılan arkadaşlarım oldu. Başlangıçta edebiyat atölyelerine karşı düşüncelerim de çok karşıttı. Yazmanın öğretilemeyeceğini, bunun okuma ve çalışmayla kazanılabileceğini düşünüyordum. Fakat zaman içerisinde bu düşüncem yumuşadı diyebilirim. Hâlâ bu kursların, katılımcılarına, sıfırdan başlayanlar için yazarlık mesleğini kazandırmadığını fakat iyi okurluk, yöntem, teknik ve çalışma düzeni kazandırması açısından yönlendirici, eğitici olabileceğini düşünüyorum.
Bir de şöyle bir yanı var: Bu atölyelere katılan insanlar aynı hedef için bir araya gelmiş insanlar ve doğal bir topluluk oluşturuyorlar. Aynı hedef uğruna çalışan bu katılımcıların birbirlerinden destek görebileceklerini ve bakış açılarını çoğaltabileceklerini düşünüyorum. Nasıl yazar olurum sorusundan ziyade nasıl daha iyi okur ve yazarım soruların cevaplarını bulabileceklerini, yol göstericiler sayesinde bunun mümkün olacağını düşünüyorum.
Ülkemizde bu programları senelerdir sürdüren yazarlar var. Murat Gülsoy, Semih Gümüş ve Jale Sancak akla gelen ilk isimler. Kendi deneyimleri üzerinden programlara katılanlara senelerdir bu eğitimleri veriyorlar. Bu programlara katılıp ilk kitaplarını çıkarmış arkadaşlarım oldu. Yani bu programlar insanları eğitiyor ve gelişmelerine faydalı oluyor, diyebiliriz. Ancak yalnızca bu programların yazarlığa adım atmalarını sağladığını söyleyemeyiz sanırım. Nihayetinde kurslar sıfırdan bir yetenek kazandırmıyor, amacını ulaştığını düşünen kitabı yayınlanmış katılımcıların içinde o yetenek vardı ve onu doğru kullanmayı öğrendiler, diye düşünüyorum.
Bu noktada kendime şu soruyu sormam gerektiğini hissediyorum, biraz önce üniversitelerde bu konuda eğitim verilmiyor olmamasına dair söylediğim şeye geleceğim: Eğer ülkemizde üniversitede yazarlık eğitimi verilmiş olsaydı, bu programdan mezun olacak insanları, elinde artık yazarlık diploması olan insanları yazar olarak adlandırabilir miydim? Bu mesleğe haiz, işin uzmanı insanlar olarak görebilir miydik?
Şöyle cevaplıyorum bu soruyu: Bence bir atölye gitmek ya da üniversitenin bu programlarından mezun olmak yazar olmaya yetecek bir şey değil. En nihayetinde ortaya bir eser koymak ve o eserin de kabul görmüş olması gerekli diye düşünüyorum.
2017 yılında çıkan ve kitaba ismini veren Kırgın Anlatıcı öyküm, bu konuya dair bir öyküydü. Öykü karakterim, yazdığı hikâyenin hasta olduğunu düşünüyordu. Hikâyeyi bir doktora götürüyor ve onu tedavi ettirmeye çalışıyordu. Doktorumuz da teşhis koyup hastaya uygulanması gereken yöntemleri, tedavileri anlatıyordu. Sonunda karakterimiz muayenehaneden mutlu bir şekilde ayrılıyordu.
Metinler tedavi edilebilir ancak bunu yapacak olanın yine yazar olduğunu düşünüyorum.
Bir de şöyle bir durum var: Saygı duyduğumuz, okuduğumuzda bize ilham veren yazarları dinlemeyi, onların neleri okuduğunu, yazarken nelerden beslendiğini, kısacası onların nasıl yazdıklarını kendilerinden dinlemeyi severiz. Yazarlarla yapılan söyleşilerin temel sorularından bazıları şunlardı genelde: Yazmaya nasıl başladınız? Bu kitabı yazmaya nasıl karar verdiniz? Nasıl yazıyorsunuz?
Çoğu edebiyat sitelerinde bu soruların cevaplarının yer aldığı içeriklere ulaşmak mümkün. Dünya çapında meşhur olmuş yazarların kendi deneyimlerini anlattığı atölyeler de yapılıyor bu arada. Örnek vermek gerekirse, Margaret Atwood, Dan Brown, Nail Gaiman, James Paterson gibi yazarlar yakın geçmişte bu tarz atölyeler yaptılar. İlk duyduğumuzda açıkçası heyecanlanmıştım. İlk ağızdan kendi deneyimlerini dinlemek heyecan verici gelmişti.
Şimdi düşünüyorum da ülkemizde böyle bir organizasyon yapılsa, daha doğrusu kim böyle bir atölye yapsa koşa koşa giderim diye düşünüyorum. Orhan Pamuk yapsa sanırım kapısında sıra oluruz. Ya da İhsan Oktay Anar. Her ne kadar bu tarz atölyelere karşı olan çok fazla insan olsa da, böyle bir deneyimi yaşamak için, okumayı seven insanlar olarak bu etkinliklere katılırdık sanırım.
Konuyu özetleyeyim ve bölümü sonlandırayım.
Başlangıçta ufak bir araştırma yaptık. Ülkemizdeki yazarlık atölyelerinin inanılmaz sayıda olduğunu gördük. Bu sonuç bize şu soruyu getirdi: İnsanlar neden yazar olmak istiyor?
2020 yılında yapılan bir araştırma bize gösteriyor ki yazarlık ülkemizde saygın bir meslek olarak görülüyor. Ve yazmak kolay öğrenilebilir bir meslekmiş gibi görünüyor. Bu sebeple de nasıl yazar oluruz sorusunun peşinde insanlar para harcamayı göze alabiliyorlar. Bunun bir sebebi de yurtdışında üniversitelerde çok yaygın olan yazarlık programlarının ülkemizde bir karşılığının olmaması, üniversitelerin de kendi akademik takvimleri dışında yazarlık atölyeleri satmaları.
Yazar olmak isteyen herkesin kolaylıkla katılabileceği bu kurslar da böylelikle yaygınlaşıyor, çeşitleniyor, katılımcıları günden güne artıyor.
Ben bu kurslarda yazarlığın değil ama doğru metinlerle buluşmanın, yani doğru okumalar yapmanın keşfedilebileceğini, yazma konusunda sınırlı şeylerin kazandırılabileceğini, nihayetinde yazmak eyleminin bu eylemi gerçekleştiren kişinin yeteneklerine bağlı olduğunu düşünüyorum. Bu kurslara katılmanın zaman kaybı olmadığını, yol arkadaşları edinmek açısından ve ortaya konulan metinlerin aynı hedef uğruna uğraşan insanlar tarafından görülüp değerlendirilmesi noktasında faydalı olabileceğini düşünüyorum.
Yazmak zor bir eylemdir. İşin tekniğini bilmek iyi bir yazar olmaya yetmeyecektir. Bu yolculukta en iyi eğitimin kendini geliştirmek için çalışmak, yani yazmak, yine yazmak ve bunun için de en başında daha çok okumak olduğunu düşünüyorum.
Bu bölümü de böyle kapatayım. Bu ve önceki bölümlere dair düşüncelerinizi [email protected] mail adresine ya da podcastin sosyal medya hesaplarına iletebilirsiniz. Ayrıca bölümü sevdiyseniz ve arkadaşlarınızın da haberdar olmalarını isterseniz paylaşabilirsiniz. Bu beni mutlu eder.
Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle. Hoşça kalın.
İlk yorum yapan siz olun