İçeriğe geçmek için "Enter"a basın

Yazı Hariç Podcast Bölüm 11: İlk Cümle – 2

Merhaba, ben Caner Almaz. Yazı Hariç podcast serisinin 11. Bölüm dökümünü okumaktasınız.

Bölümü dinlemek için:

Bu bölümde, bir önceki bölümde giriş yaptığımız İlk Cümle konusuna, edebiyatımızdan ve dünya edebiyatından örneklerle devam edeceğiz.

10. bölümde Tolstoy’un Anna Karenina romanının giriş cümlesini örnek olarak vermiştim. Bu bölümde örneklerimizin sayısını çoğaltalım istiyorum. Ve açıkçası çok fazla güzel örneğimiz var. Bu da aslında bize şunu gösteriyor: Akılda kalıcı, okuru kitabı okumaya motive eden, yazarının üzerine çalıştığı ve düşündüğü ilk cümlelerin oluşturulması çok önemsenen bir konu. Hem yazarın hem de okurun öncelediği noktalardan birisi. Bu sebeple, yeni başlayanından dünyaca meşhur olmuş yazarlara kadar bu çabada olan her yazarın özen gösterdiği, üzerine senelerce düşündüğü bir bölüm. Ve adından da anlaşılacağı gibi metnin henüz ilk adımı.

Şöyle düşünebilirsiniz: Yazar, henüz bu noktadayken takılıp tıkanabiliyorsa, sonrasında yazdığı ve sonlandırdığı kitabının iyi olduğunu nasıl bilebiliriz? Bu soru akıllara düşebilir. Bunu doğal olarak bilemeyiz. Nihayetinde okuma, kendi özünde kişisel bir beğeni ile sonuçlanır. Her kitap, her okurda göreceli sonuçlar doğurur, bu normaldir. Ayrıca bu ve önceki bölümün, sizi şu düşünceye ulaştırmasını istemem: Üzerine düşünülerek kurulmuş bir ilk cümlesi olmadan başlanan ve direkt olarak konuya giriş yapılan metinler, romanlar iyi değildir, kanısı doğsun istemiyorum. Tabii ki böyle değildir, direkt olarak okuru kitabın konusuna sokan ve bunda çok başarılı olan romanlar da var. Anlatmak isteğim şey şu kısaca: Yazarı için metninin ilk cümlesini kurmak her zaman zordur. Çünkü böylelikle bir yolculuğa çıkmış, resmi olarak o yolculuğa başlamış olur. Üstelik çıkmış olduğu bu yolculuğun tek başına yapacağı bir yolculuk olmayacağını da bilir; bu sebeple kendisini takip edecek olan okurlara, dahası karakterlerine ve kendisine, o yolun güzel bir yol olduğunu, yaşayacaklarının, okuyacaklarının, hissedeceklerinin, onları pişman etmeyeceğini göstermelidir. İnsana ait en önemli şeylerden birisinin, en kıymetli şeylerden birisinin zaman olduğunu söyleyebiliriz. Bir kitap okumak için çoğunlukla ciddi zaman ayırmamız gerekir; kendimize ayırdığımız zamandan, yaşamımızdan bir parçayı bir başkası tarafından kurulmuş dünyaya dahil olarak geçiririz ve bu yolculuğa pişman olmak için çıkmayız. Bu sebeple de iyi kitaplar okumayı istemek doğal bir durum ve hayatımız boyunca, biz okumayı sevenler olarak bu arayışın, iyi kitap bulma koşturmacasının içinde olacağımızı düşünüyorum.

Yazmaya çalışanlar olarak da daha iyi metinler kurabilmek, daha iyi kitaplar üretebilmek için çabalayacağımız bir gerçek. Nihayetinde bu çabada olanlar da bir yolculuğun içerisinde ve kimse kendisini geriye götürmek istemez.

Konuya bu uzun giriş cümlelerinden sonra sizlere şu soruyu sorarak örneklerimize geçelim: Okuduğunuz, etkilendiğiniz, sizlerde iz bırakan kitap giriş cümlelerini neler? Hangi yazara ve kitaba aitler? Mail yoluyla ya da podcasti etiketleyerek sosyal medya üzerinden sizi etkileyen kitap giriş cümlelerinizi bekliyorum. Bakalım kimlerden hangi kitapların cümleleri gelecek. Belki de böylelikle, sizlerden gelen bildirimlerle yeni okunacak kitaplar keşfetmiş oluruz.

Dünya edebiyatından örneklerle başlayalım.

Benim beğendiğim, okurken de hikâyesinden etkilendiğim kitaplardan birisiydi İki Şehrin Hikâyesi. Charles Dickens’ın bu eserinin giriş cümlelerinin, daha doğrusu ilk paragrafının, edebiyat tarihi boyunca unutulmayacak bir açılış paragrafı olacağı noktasında hem fikir olabiliriz sanırım:

O meşhur paragraf şöyle: “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana – sözün kısası şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler, bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece ‘daha’ sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi.”

Dickens, bu romanı 1859 yılında yazıyor. Bu cümleleri yazdığında İngiltere sanayi devrimini yaşıyor, büyük bir sanayileşme faaliyetiyle büyüyen ekonomi söz konusu. Fakat roman 1775’te geçiyor. O zaman dilimi içerisinde tüm bu teknolojik büyüme gerçekleşirken bir yandan da medyumlara, ruhani güçlere, ruhlara, hayaletlere inanılıyor. Bunları bir paragrafla karşılaştırıp bize bir tarih özeti sunarken, romanın anlatacağı hikâyeye de her daim zamansız olarak adlandırabileceğimiz, tüm dünyanın içerisinde bulunduğu bir gerçeklik tasvirini bizlere sunuyor Dickens. Muazzam bir anlatım ve aktarma yeteneği gerçekten. Etkilenmemek elde değil.

Yayınlandığı dönemde, geçmişte, günümüzde ve hatta gelecekte de tartışılacağı şüphesiz bir romanın giriş cümlesini paylaşmak istiyorum. Nabokov’un Lolita isimli romanının girişi:

“Lolita, hayatımın ışığı, kasıklarımın ateşi. Günahım, ruhum, Lo-li-ta; dilin ucu damaktan dişlere doğru üç basamaklık bir yol alır, üçüncüsünde gelir dişlere dayanır. Lo-li-ta.”

Sarsıcı, beklenmedik, insanı ikilemlere bolcu sürükleyen bir romandı Lolita. Her daim konusu itibariyle tartışma konusu olacağı kesin dediğim gibi. Bizi bu kaosa sürükleyense, daha başlangıcında apaçık bir mesajla karşımızda duran şehveti takip etme güdüsü.

Bir diğer örnek, Albert Camus’nün felsefi düşüncesini aktardığı romanlardan birisi Yabancı. Şu cümlelerle başlar ve okuyanları daha en başında ufak bir şoka sokar:

“Bugün anne öldü. Belki de dün, bilmiyorum.”

Burada okur olarak, kitabı okuduğumda tam olarak neye şaşırmam gerektiğini, daha doğrusu hangisine daha çok şaşırmam gerektiğini bilememiştim. Karakterin annesi ölmüş. Kendisi anlatım zamanından bildiğimiz üzere o gün ya da bir önceki gün içindeyken, olanları bilmiyordu. Fakat söz konusu olay annesinin ölümü olunca, ölümünün ne zaman gerçekleştiğini bilmeyecek kadar durumun, hikâyenin dışında kendini bize göstermesi, iki cümleyle bizi kendi karakterini anlatması gerçekten etkileyiciydi.

Hemen anlatıcının zaman dilinden bahsetmişken, bir başka örnek vereyim:

“Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, piskopusun geleceği gemiyi karşılamak için sabah saat 5.30’da kalkmıştı.”

Dilimize Kırmızı Pazartesi olarak, Marquez’in belki de en muhteşem yapıtlarından birisidir. Hepi topu 100 sayfa kadar bir metin, üstelik romanın kahramanının öleceğini henüz ilk cümleden öğreniyoruz. İşte burada adeta bir beceri ve yetenek söz konusu. Nasar’ın öleceğini bile bile, kitabın sonunda nasıl öldüğüne o kadar şaşırırız ki, onu aslında bizlerin, yani insanlığın hep beraber öldürdüklerine hemfikir oluruz. Bu arada bu kitaba dair şöyle bir bilgi vereyim: Kitabın orijinal ismini birebir çevrildiğinde “Önceden bildirilen bir ölümün tarihçesi” olduğunu görüyoruz. Sanki böyle kalması daha iyi olabilirmiş gibi geliyor bana. Belki de fazlaca spoiler bildiren bir isim olacağını düşündükleri için Kırmızı Pazartesi’yi tercih etti yayınevi, bilemiyoruz. Ama zaten kitabın ilk cümlesi bizi buna hazırlıyor. Saygı duymak gerekli. Bir şey diyemiyorum.

Hazır Marquez’den konuşuyorken bir söyleşisinde dile getirdiklerini de size ileteyim. “Son dönemde en rahat çalıştığınız zamanlar hangileri? Bir çalışma programınız var mı?” şeklindeki soruyu cevaplarken konu ilk paragraf ve cümlelerine geliyor:


Şöyle diyor Marquez: “En zorlandığım şeylerden biri de ilk paragrafı yazmak. Yalnızca ilk paragraf için aylarımı harcadığımı bilirim, ama bir kere tutturdum mu gerisi akar gider. Kitapla ilgili çoğu problemi ilk paragrafta çözersiniz, tema, stil, ton o paragrafta belirlenir. En azından benim için, ilk paragraf kitabın geri kalanının nasıl olacağının bir örneğidir. Bu yüzden kısa hikayelerden oluşan bir kitap yazmanın bir roman yazmaktan daha zor olduğunu düşünüyorum, her kısa hikaye yazmaya başladığınızda her şeye en baştan başlamış oluyorsunuz.”

Tabii, bu muhteşem örnekleri çoğaltmak mümkün, hemen aklıma gelenlerden birini daha ileteyim, sonrasında edebiyatımızdan örnekler vereceğim. Kafka’nın Dönüşüm – Değişim kitabının o meşhur cümlesi, ben bunu söylerken muhtemelen sizler de içinizden bu cümleyi geçiriyorsunuz:

“Gregor Samsa, bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında, kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.”

Başta da söylediğim gibi, sizler de beğendiğiniz, etkilendiğiniz ilk cümleleri iletebilirsiniz. Cevaplarınızı bekliyorum.

Peki, ülkemizde yazarlarımız romanlarına nasıl başlamışlar.

Yakın zamanımızdan, beni hem etkilemiş hem de üzmüş bir roman girişinden alıntı yapacağım:

“Devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi.”

Murat Uyurkulak’ın Tol isimli şahane romanının girişi, bizi geçmişe, yaşanan acılara, duyulan heveslere, peşinden koşulan hayallere götürüyor, üzüyor ve geçmiş hüzünlü, güzel günleri hatırladıktan sonra gerçekliğimize döndürüyor. Bir ihtimaldi ve çok güzeldi. Bu cümleyle bir zaman yolculuğu yapıp geriye dönüyoruz.

Bir başka örnek: Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak romanının ilk cümlelerinin toplamı, bizi gayet olağan bir akışın içinde, karakterinin almış olduğu kararla, soğuk bir gerçekle yüzleştirir:

“Asansörle tam on altı kat çıktık. On altıncı katta indik. Bana odayı gösterecek oğlanın peşinden yürüyorum. Kısa bir koridor geçti. Bir odanın önünde durdu. Ben de durdum. Kapıyı açtı. İçeri girdik. Perdeler sıkı sıkıya kapalı. Çocuk perdeleri açıp dışarısını göstermek istedi. Engel oldum. Lambaları yaktı. Banyo kapısını açtı. Oranın da lambaların yaktı. Bir şey isteyip istemediğimi sordu. İstemediğimi söyledim. Bahşişini verdim, gitti. O çıkınca kapıyı hemen kilitledim. Bütün ışıkları söndürdüm. Çarçabuk soyundum. Köşedeki yatağı açtım. Çırıpçıplak içine girdim, ölmeye yattım.”

Her şey doğal. Her şey sıradan. Her şey yolunda. Hiçbir şey doğal değil. Hiçbir şey yolunda değil. Ummadığımız bir karanlığın içine girdik, soyunup yatağın içine kıvrıldık ve ölmeye yattık.

Konuyu birkaç örnekler silsilesiyle, Orhan Pamuk’un romanlarının bitişleri ve başlangıçları arasındaki ilişkilere dair kaleme alınmış bir makaleden alıntıla bağlamak istiyorum.

Podcastin isminden de anlaşılacağı üzere Orhan Pamuk benim sevdiğim bir yazar. Abdullah Ezik’in Sanat Kritik için kaleme aldığı yazı, Orhan Bey’in kendi roman evreni içerisinde kurduğu bağlantıları bize gösteriyor.

Makaleden bir alıntıyı okuyorum, ki zaten üzerine fazla şey söylemek gereksiz kalıyor:

“Orhan Pamuk’un romanları arasında dikkat çekici bir diğer özellik ilk cümleler arası bağıntıdır. Sanki romanlar birbirlerine cevap verir, onları devam ettirir veya açar gibidir. Bunun en görülebilir örneği Kara Kitap, Yeni Hayat ve Benim Adım Kırmızı arasındadır. Kara Kitap yazıyla ilgili şu cümlelerle biter: “…Çünkü hiçbir şey hayat kadar şaşırtıcı olamaz. Yazı Hariç. Yazı hariç. Evet tabii, tek teselli yazı hariç.” Orhan Pamuk, “yazmak” üzerine bu cümlelerle biten romanına bir sonrakinde “okumak” üzerinden şöyle cevap verir: “Bir gün bir kitap okudum ve hayatım değişti.” Pamuk’un aslında bu çok bilinen cümleleri birbirinin tamamlayıcısı ve cevabıdır. İlk kitapta başlayan mesele diğerinde yeni boyutlar eklenerek devam eder.  

Birbirlerini devam ettiren, tamamlayan ve cevaplandıran diğer romanlar Yeni Hayat(1994) ve Benim Adım Kırmızı’dır (1998). Yeni Hayat, şu cümlelerle biter: “Bunun hayatımın sonu olduğunu anladım. Oysa ben evime dönmek istiyor, yeni bir hayata geçmeyi, ölmeyi hiç mi hiç istemiyordum.” Osman bunları düşünürken diğer roman, perdesini ölümle açar, bu cümleyi tamamlar: “Şimdi bir ölüyüm ben, bir ceset, bir kuyunun dibinde. Son nefesimi vereli çok oldu, kalbim çoktan durdu, ama alçak katilim hariç kimse başıma gelenleri bilmiyor.” İlk cümlelerin birbirlerine verdikleri cevaplar yazarının kurgusu içinde de özel bir anlamı oluşturmuştur. “Özellikle” ilk cümleler üzerine çok çalıştığını söyleyen G.G.Márquez (1927-2014) gibi Orhan Pamuk’un da bu anlamda çaba sarf ettiği gözükmektedir.

Bu güzel makalelenin linkini podcastin açıklama kısmına ekleyeceğim, tamamına bu linkten ulaşabilirsiniz.

Evet, bu bölümü de, iki parçaya ayırdığımız bu bölümü burada noktalayalım. Özetle hem dünya hem de Türk edebiyatında çoğu büyük yazar, bu konuya özel bir hassasiyet göstererek üzerine çalışmışlar. Ben de hem okur hem de yazmaya çalışan birisi olarak bu konuda dikkatli olduğumu, romana iyi bir başlangıç yapabilmek için çalıştığımı söyleyebilirim. Ben de bunun için düşünüyorum, arıyorum, bulduğumu sanıyorum, vazgeçiyorum, sonra yeni baştan, okur olsam hoşuma gider miydi, bu sorunun, bu cümlenin peşinden gider miydim, soruları peşinden dolaşıp iyi bir başlangıç için denemelerde bulunuyorum.

Bölümü noktalarken her bölüm sonunda yaptığım gibi ufak ricamı tekrarlayayım. Görüş ve önerilerinizi [email protected] mail adresine ya da sosyal medya hesaplarına mesaj yoluyla iletebilirsiniz. Bölümü sevdiyseniz paylaşabilir, sevdiklerinizin, dostlarınızın da haberdar olmalarını sağlayabilirsiniz. Bu beni sevindirir.

Beni dinlediğiniz için teşekkür ederim. Bir sonraki bölümde görüşmek dileğiyle. Hoşça kalın.

İlk yorum yapan siz olun

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir